3 FİLM 1 KİTAP



BURAK GÖRAL İLE 3 FİLM 1 KİTAP

KABUKTAKİ HAYALET Ghost in the Shell Yönetmen: Rupert Sanders Oyuncular: Scarlett Johansson, Pilou Asbaek, Takeshi Kitano 107 dakika, 13+ “The Matrix” filmlerinin ilham kaynaklarından biri olarak bilinen Japon animasyon üstadı Mamoru Oshii’nin 1995 yapımı animesi, uyarlandığı çizgi romanın (manga) dünyasını başarıyla perdeye yansıtan, usta işi bir filmdir. Bu Hollywood yeniden yapımında ise orijinal filmin en başarılı ve en akılda kalmış sahneleri aynen korunurken, diğer yandan daha kolay anlaşılır bir hale getirilmesi amaçlanmış. Gelecekte, insanlar ve makinelerin bir arada yaşadığı bir toplumda polis gücünün en gözde üyelerinden Binbaşı Mira (Scarlett Johansson), türünün tek örneği olarak görev yapmaktadır. Çünkü onun beyni insan, vücudu ise makineden, yani bir kabuktan ibarettir. İçindeki ruh yani üstlerinin ve doktorunun ifadesiye ‘hayaleti’, onu diğer herkesten farklı yapar. Kendisi makine-insan bileşiminin en başarılı örneğidir. Zaman zaman eski hayatından birtakım imajlar görmeye başlayan Mira, Kuze adlı bir ‘hacker’ın terör eylemlerini çözmek için görevlendirilmişken olayların kendi insan geçmişiyle de alakalı olduğunu keşfeder. Gerçek düşmanın kimliği ise giderek değişiyordur. Orijinal filmin diyalogları bir parça sorunludur. Filmin temasını taşımakta zorlanır. Zaten karmaşık olan hikayeyi daha da karıştıran bir yapıda yazılmıştır. Hollywood’un hikaye anlatma kalıplarına pek uymayan, kimi detayları saklayan, açıklama yapmayan bir senaryoya sahiptir o film. Tabi ki bir Hollywood gişe filmi olarak tasarlandığında hikaye Mira’nın yapılışıyla (yani doğumuyla) başlatılmış ve orijinalinden farklı olarak ona daha yoğun bir kimlik arayışı detayı eklenmiş. Yine orijinalinden farklı olarak Mira’nın dahil olduğu antiterör birimiyle ilişkileri daha yoğun bir şekilde çizilmiş. İyiler ve kötüler belirginleştirilmiş ve karşılaşma sahneleri de genel kitlenin daha kolay hazmedebileceği hale getirilmiş. Diyaloglar rahatsız edecek kadar olmasa da temayı daha çok açıklayan bir mantıkla yazılmış. Parlak bir prodüksiyonla hikayenin karanlığı dengelenmiş. Ama yine de Mira’nın kendi geçmişini aramasındansa, orijinalinde olduğu gibi insan olmanın ne olduğunu merak etmesi temasına biraz daha ağırlık verilseydi daha iyi bir film olabilirdi. Fiziken orijinal filmin kahramanını gayet güzel dolduran Scarlett Johansson’un aksiyon sahnelerinde “Avengers” filmlerinden de gelen bir rahatlığı var elbette. Ancak oyuncunun diğer sahnelerdeki soğuk duruşu, yarı-makine olmasına bağlanmış olsa da karakterle bağlantı kurmamızı bir parça zorlaştırıyor. Buna karşılık partneri Batou’yu canlandıran Pilou Asbaek hiç fena değil. Filmin Takeshi Kitano ve Juliette Binoche’u aynı filmde buluşturması bile ilgiye değer. Ekstra: İki adet yapım belgeseli... OLANLAR OLDU Yönetmen: Hakan Algül Oyuncular: Ata Demirer, Tuvana Türkay, Ülkü Duru 106 dakika, 7+ Aslında hikaye çok basit; Sığacık’ta babadan kalma teknesiyle turistik turlar yapan Kaptan Zafer, henüz dindiremediği bir ayrılık acısı yaşıyorken, oraya tatile gelmiş dizi oyuncusu Aslı’yla yakınlaşır. Bu arada annesi Döndü hanım da oğlunu ayrıldığı kızla tekrar barıştırmayı hedefliyordur. Oysa o tren çoktan kaçmış, bambaşka bir dolandırıcılık vakasına dönüşmek üzeredir. Demirer’in sinemadaki gücü en çok da yarattığı karakterlerde saklı. Eğer bu renkli karakterleri iyi hikayelerle buluşturabilirse başarı oranı yükseliyor. “Olanlar Oldu”da Demirer hikayenin komedi tarafını Zafer’den çok annesi Döndü’ye doğru kaydırmış. Ancak yine kendisinin canlandırdığı Döndü’nün Zafer’le ve onun hikayesiyle olan bağı zayıf kalmış. Bu kalibredeki bir komedyenin bu karakterde çok daha fazla yapabileceği şeyler olmalı. Mizahı yükseltecek, hikayenin tansiyonunu daha diri tutacak başka fikirler geliştirilebilinirdi. Mesela Döndü’nün hiperaktif torununu dizginlemeye çalışması bu hikaye için ilgisiz bir yük ve bu yaramaz çocuğun hikayenin sıkışıklıklarını açmakla görevlendirilmiş bir karakter olması da fazla göze batıyor. Bu hikayenin en zor ikna edilebilir kısmı ise bir şekilde aşılabilmiş. Zafer gibi bir küçük kasaba erkeğinin Aslı gibi bir rüya kadınla aşk yaşayabileceği fikri hem güzel oyuncu Tuvana Türkay’ın samimi performansıyla hem de iyi yazılmış bazı sahnelerle inandırıcı kılınabilmiş. Ata Demirer, Zafer karakterinde ilk kez daha duygusal bir performans yakalamayı deniyor. Zafer onun filmografisi içinde kalbi en kırık karakter olmuş. Sanki Demirer daha çok, bir aşk filmi ya da romantik komediye doğru gitme isteği varmış da anne karakteriyle riskini biraz azaltmış hissi de vermiyor değil. GÜZEL VE ÇİRKİN Beauty and The Beast Yönetmen: Bill Condon Oyuncular: Emma Watson, Dan Stevens, Luke Evans 129 dakika, 13+ “Güzel ve Çirkin” masalı sinemaya en çok uyarlanan masal olabilir. En son 2014’te Fransız versiyonunu izlediğimiz bu masalın Disney tarafından gerçekleştirilmiş ve zamanında kendi türünün bir zirvesi sayılabilecek 1991 yapımı müzikal animasyonun gerçek oyuncularla çekilmiş bir ‘yeniden çevrimi’ bu son model “Güzel ve Çirkin”. Yani masaldaki küçük bazı değişiklikler o tatlı animasyondan miras. Zaten o uyarlamayı diğerlerinden ayıran sevimli buluş da sefa düşkünü kibirli prensin büyücü kadın tarafından bir canavara dönüştürülürken, onun şatosundaki eşrafının da masa saati, çaydanlık, şamdan gibi eşyalara dönüşüyor olmasıydı. Bu yeni Disney uyarlamasında da bilgisayar efektlerine başvurularak oluşturulan şamdan, fincan, masa saati gibi karakterler şaşırtıcı derecede başarılı. Onları seslendiren Emma Thompson, Ian McKellan, Ewan McGregor gibi birbirinden iyi oyuncuların varlığı da keyif veriyor, özellikle filmi orijinal sesleriyle izleyenler için. Ancak ne ilginçtir ki, bu bilgisayar destekli karakterler ne kadar büyük hacimli olurlarsa o kadar göze batmaktalar. Nitekim burada da prensin canavar hali, bazı genel plan sahnelerde bilgisayar ürünü olduğunu belli ediyor. Neyse ki Belle rolünde Emma Watson yeterince güzel ve belli oranda ilgi çekici. Müzikal çekme tecrübesi bulunan bir yönetmen olan Bill Condon, filmin bu anlamda pek bir eksiğini bırakmıyor, ortaya koreografileri güzel, rengarenk ve enerji dolu müzikal sahneler çıkarmayı başarıyor. Orijinal filme sıkı sıkıya bağlı olan bu yeniden çevrim, sınırları az da olsa bu sahnelerde zorluyor en çok. Orijinal filmde çok rahatsız etmeyen romantik hantallık, bu yeni versiyonda sürenin de uzamasıyla hissedilir bir hale geliyor yalnız. Belle ile canavarın arasındaki aşk, mesela “Operadaki Hayalet”teki gibi bir tutku meselesine dönüşemediği için de biraz sarkıyor. Film buralarda masalın kötü adamı olan Gaston ve onun komik yardımcısından destek alıyor biraz. Anti-prens Gaston rolünde Luke Evans, filmin esas prensinden daha başarılı kesinlikle! *** DOKTOR OX’UN DENEYİ Une Fantasie du Docteur Ox Jules Verne İş Bankası Kültür Yayınları, 90 sayfa En eski bilim-kurgu yazarlarından biri olarak bilinen Jules Verne’in biraz kıyıda köşede kalmış bu ‘uzun hikayesi’ küçük, sakin bir Flaman kasabasının başından geçen ilginç bir vakayı anlatmakta. Quiquendone adlı bu kasaba gereğinden fazla sakin bir küçük şehirdir. Şehrin temposu çok düşüktür, en küçük sohbetler bile saatler sürmekte, klasik müzik konserleri birkaç geceye bölünmüş şekilde icra edilmekte, nişanlılar birbirlerini tanımak için en az 10 yıl beklemekte... Böyle olunca herkes fazla sakindir ve kimse kimseyle de kavga etmemektedir. Belediye başkanı ve danışmanı şehrin sorunlarıyla yine şehrin kendi temposu içinde uğraşmaktadır. Son günlerde polis şefinin işine son vermeyi bile düşünüyorlardır, çünkü şehirde onu ilgilendiren hiçbir olay olmamaktadır. Şehrin aydınlatılmasıyla ilgili bir çalışma yapmaya gelen Doktor Ox ve asistanı şehrin bu gidişatını inanılmaz bir şekilde değiştirmek üzeredir. Çünkü aslında dertleri bu şehir ve insanları üzerinde bir deney yapmaktır. Bu deney şehrin bütün ritmini değiştirecek, bir anda her şey fazlasıyla hızlanacak, kavgalar-gürültüler duyulmaya başlayacaktır... Jules Verne’nin bu kısa ve öz hikayesi bilimin insan ilişkilerine olan müdahelesini sorguluyor. Yer yer oldukça mizahi, bazen de bilimsel pasajlar eşliğinde bir çırpıda okunuyor. Elbette Verne’ün metni biraz basit ve kuru. Elbette yazarın ölümsüz klasikleri arasında sayılan bir kitabı değil ancak yine de öngörülü, nüktedan ve anlamlı bir hikaye anlatmakta.