3 FİLM 1 KİTAP



BURAK GÖRAL İLE 3 FİLM 1 KİTAP

KAPAN Get Out Yönetmen: Jordan Peele Oyuncular: Daniel Kaluuya, Allison Williams, Bradley Whitford 104 dakika, 15+ “Kapan” günümüz Amerika’sında süregiden ırkçılık sorunu üzerine yükselen enteresan bir film olmayı başarmış. Çok basit bir fikirden yola çıkıyor; siyahi bir genç delikanlı, beyaz sevgilisinin ailesiyle geçirmek zorunda kaldığı hafta sonundan sağ çıkmaya çalışır! Yönetmen Jordan Peele, bu ilk filminde siyah bir kahramanı diğer türdeş filmlerden farklı olarak, beyaz seyircileri de en az siyahlar kadar ilgilendireceği bir konuma sokmaya çabalıyor. Bunu kendi sürprizini zedelemeyi de göze alarak ve bildik korku filmi numaralarına çok da başvurmadan yapmayı deniyor üstelik. Daha ilk sahnesinde çok da gerekli olmayan bir hamleyle açıyor filmini aslında. Sonra da Chris sevgilisi Rose’un ailesinin evine yaklaşırken siyah bahçıvan ve evin gözlerini kırpmadan konuşan siyah hizmetkarında bir tuhaflık seziyor. Yönetmen bu tuhaflığı bize de hissettiriyor üstelik. Rose’un ailesi Chris’i çok normal ve sevecen karşılıyorlar. Hatta dozu erken kaçan bir samimiyet de kuşku çekiyor. Rose’un erkek kardeşi Jeremy, Haneke’nin “Ölümcül Oyunlar” (Funny Games) filmindeki iki psikopattan biriymiş gibi giriveriyor sahneye. O zaman hepimiz Chris’in bir tuzağın içinde olduğundan iyice emin oluyoruz ve filmin tek sürprizinin bu olmamasını diliyoruz. Zaten iki kez tekrar edilen Obama esprisi de kimilerini erkenden uyandırıyor. Ama bu hikayeyi tüm sürpizlerini sonuna kadar saklayarak anlatabilmek de çok mümkün değil doğrusu. Yine de yönetmen elinden geldiğince kıvrak buluşlar ve zekice hamlelerle takla attırmaya çalışıyor. Rose’un terapist annesinin gerçekleştirdiği hipnoz, filmin fantastik damarına bir kapı aralıyor. Ertesi gün eve gelen beyaz konuklarla bu damar giderek filmin ilk kısmındaki tedirginliği fantastik bir komploya doğru çeviriyor. Bundan sonrasında bir kan uyuşmazlığı hissetmeniz mümkün olabilir çünkü bir tür değişikliği yaşanıyor. Sonrasında film, işin içine kan revanın da karıştığı büyük bir tuzağa dönüşüyor. Neyse ki Chris tipik korku filmi kurbanlarından biri değil, aptalca şeyler yapmıyor film boyunca, hatta hikayenin son perdesinde bir an bile tereddüt etmeden sert kararlarını uyguluyor. Sinemada izlediğimiz, beyaz insanlar arasında kalmış siyah bir kahraman için gayet cesur hamleler bunlar. Jordan Peele’nin filmi başından sonuna ilgiyle izleniyor. Chris’in gelişmelere uzaktan dahil olan yakın arkadaşı Rod’un sahneleri de hikayeye renk ve sempati katıyor. Ama filmin sürpriz oyuncusu yine de evin tüyler ürperten hizmetçisi Betty Gabriel bence... Ekstra: Diskte filmin haricinde oldukça doyurucu bir ekstra içerik sizi bekliyor: Alternatif Son, Silinmiş Sahneler, Yapım Belgeseli ve Söyleşiler... JOHN WICK 2 John Wick: Chapter 2 Yönetmen: Chad Stahelski Oyuncular: Keanu Reeves, Riccardo Scamarcio, Ian McShane 122 dakika, 15+ 2014 yapımı ilk “John Wick” filminde tanıştık kendisiyle. Çok pis işlerin içinde yıllarını geçirmiş ama aşık olup evlenince tövbe edip bütün bu işleri bırakmış bir ‘süper katil’dir kendisi. Ancak çok sevdiği karısı amansız bir hastalığa yakalanıp ölmüştür. Karısından John’a sadece küçük bir ‘yadigâr’ kalmıştır: bir köpek yavrusu. Bu küçük tatlı varlık ona bir parça da olsa umut verir. John Wick’in gömdüğü silahları çıkarmasına neden olan olay ise hayatında en değer verdiği eşyası olan arabasının Rus mafyasna mensup gangsterlerce çalınmış olması değildi. Ondan bu küçük umut parçasını da söküp almış olmalarıydı. Hikaye bundan sonra, çok da derinleşmeden bir büyük hesaplaşmayla dolu dizgin tırmanıyor ve John Wick film boyunca en az 75 kişiyi bilfiil kendi elleriyle öldürüyordu. Üstelik çoğunu da direkt kafalarından vurarak... İkinci filmde de bu geleneğini sürdürüyor tabi. Ama düz, ilk filmin farklı bir tekrarı gibi bir devam filmi değil yine de. İlk filmdeki yarım kalan meselesini çözer çözmez tetikçiler birliğinden eski bir tanıdığının geri çevirmesi yasak olan iş teklifini kabul etmek zorunda kalır. Böylece John Wick’in emeklilik günleri de tümüyle sona ermiştir artık. "John Wick 2" hikayesiyle çizgi roman evrenine, kurgusu ve estetiğiyle de video oyunu dünyasına dalan 'melez' bir sinemanın ürünü. Bu anlamda ilk filmin üstüne çıkan ve giderek genişleyen, izlemesi keyif veren bir katiller evreninin de kapısını açıyor bize. Kahramanının bir dolu kötü adamın arasına silahla daldığı video oyunlarını sevenler bu filmden de ziyadesiyle keyif alacaktır. Zira ilkinin hikayesinde az da olsa bir ‘ayakları yere basalım’ kaygısı vardı. Öyle olunca gerçek dünyaya ait mantık kurallarını yer yer arıyordun seyirci olarak. Ama bu sefer kendi evrenini yaratıyor film. Bu evrenin kendi kuralları ve mantığı var. YAŞAMAK GÜZEL ŞEY Yönetmen: Müfit Can Saçıntı Oyuncular: Müfit Can Saçıntı, Yasemin Çonka, Zihni Göktay 106 dakika, Genel İzleyici Müfit Can Saçıntı’nın “Çocuklar Duymasın” dizisindeki Mustafa Ali karakterini ya da performansını izlememiştim ama Birol Güven’in yarattığı bu karakterin yine Saçıntı tarafından canlandırıldığı ve yönetildiği “Mandıra Filozofu” filmlerini izledim elbette. Özellikle ilk film, yıllardır komedi yazarlığı yapan Müfit Can Saçıntı’nın kendine ait yarı naif-yarı isyankar tavrını ortaya çıkaran sevimli bir filmdi. Ama esas şimdi kendi yazıp yönettiği “Yaşamak Güzel Şey”de tümüyle kendisini gösteriyor kanımca. Saçıntı’nın mizah anlayışı bugünün bazı gençleri için ‘eski usül’ gelebilir. Ama inanın bize yeni diye yutturulan bazı ucuz komedilerden çok daha dürüst bir komedi bu. Hastalığı yüzünden yakında öleceğini öğrenen reklam yazarı bir adamın ölmeden önce yapmak istediklerini listeleyip onları teker teker gerçekleştirmeye çalışmasını izliyoruz filmde. Aslında defalarca yapılmış bir konu olabilir bu. Ama Saçıntı günümüz Türkiye’sinin ihtiyaç duyduğu bir yerden anlatıyor bu meseleyi. Özellikle İstanbul’un korkunç hızlı ritminin içinde, insanı sürekli tüketime ve alışverişe yönlendiren kapitalist sistemin içinde elindeki küçük telefonunun ekranına hapsolmuş şehir insanını komik ve duygusal hikayesiyle uyandırmaya çalışıyor. Elbette “Yaşamak Güzel Şey”, daha incelikli bir film olabilirdi. İşyerinde ve gündelik hayatında çok fazla sesini çıkarmayan Müfit adlı bu adamcağızın babasıyla barışmasını, kızı ve karısıyla iyi vakit geçirmeye çalışmasını, işyerinde ezilmesine karşı çıkışını, hatta kendisine atarlanan otobüs şoförünü son derece haklı ifadelerle savuşturmasını keyifle izliyoruz. Ama bu sahnelerde bazen Müfit sahnedeki muhatabından çok, seyirciye mesaj veriyor hissi yaratıyor. Bu diyaloglar bazen ölçüyü aşıyor, hem sahneyi uzatıyor hem de filmin dilini didaktikleştiriyor. Saçıntı’nın bol bol yakın plan kullanması ve karakterlerini kameraya çok yakın oynatması da alışık olmayan seyirciyi bir parça zorlayabilir en başta. Ama filmin içine girdikçe Müfit’in gayesini ve yakalamak istediği huzuru anlıyor ve samimi buluyorsunuz.. “Yaşamak Güzel Şey”, samimiyeti, sevimli hikayesi ve oyuncu performanslarıyla birçok seviyesiz gişe komedisinin arasından sıyırıyor kendisini. *** İŞTE GAUGUIN George Roddam Hep Kitap, 80 sayfa Dünya sanatına yön vermiş, farklı ülkelerden, farklı akımlardan eserleriyle insanlık tarihinde iz bırakmış sanatçıları tanımak istiyorsunuz, ünlü eserlerini yaratma hikayelerine ilgi duyuyorsunuz diyelim. Ama bunun için ciltlerce kaynak kitap araştırmasına zamanınız yok ya da doğruluğundan emin olunmayan internet sitelerinde de kaybolmak istemiyorsunuz. Bazı yayınevlerinin internetten derleyip topladığı, kolay okunurluklarıyla dikkat çeken derleme kitapları da ilginizi çekmiyor belki de. Çok kısa bir zamanda yayın dünyasına hızlı bir giriş yapan Hep Kitap yayınevinin ‘İşte’ dizisi hem kolay okunan ve hiç sıkıcı olmayan farklı tasarımıyla, hem de sade diliyle bu konuda güçlü bir referans oluşturuyor. 19. yüzyılın önemli ressamlarından Fransız Paul Gauguin, Paris’te doğmasına rağmen bir yaşından itibaren çocukluğunu Peru’da geçirmiş. Babasını da Peru’ya doğru giden gemide kalp krizinden kaybetmiş. 10 yaşındayken Fransa’nın taşrasına geri dönen Gauguin, çevresi ve okulunda uyum sorunları yaşamış. Sanata ilgi duyması ise bu yıllarında başlıyor. Giderek mutsuz bir ilişkiye dönüşen evliliği yüzünden sanata daha çok sığınmış. Sembolizm akımının temsilcilerinden biri olan Gauguin’in Afrika ve Asya sanatının mistik öğelerinden de etkilendiğine şahit olduğumuz gezilerine de göz atıyor sanat tarihçisi Roddam. Bu gezilerinde yaşadıklarının onun sanatı üzerindeki etkilerinin peşine düşüyor. Gauguin’in eserlerinin belki de en ünlüsü olan ve intihar girişiminin hemen sonrasında yaptığı dört metrelik panaromik tablosu “Nereden geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?”un da hikayesini okuyabilirsiniz.