3 FİLM 1 KİTAP - 14 Kasım



BURAK GÖRAL İLE 
3 DVD 1 KİTAP VALERIAN VE BİN GEZEGEN İMPARATORLUĞU Valerian and the City of a Thousand Planets Yönetmen: Luc Besson Oyuncular: Dane DeHaan, Cara Delevigne, Clive Owen 137 dakika, 7+ 1990’larda kariyerinin zirvesindeyken Fransız sinemasının Spielberg’i olarak anılan Luc Besson 1998’de çektiği Bruce Willis’li sevimli ve parlak bilim-kurgu aksiyonu “5 Güç”ten (The Fifth Element) sonra ciddi bir düşüş yaşadı. Film çekme hızını seyrekleştirdi ve hızlı yazdığını çok belli ettiği basit aksiyon senaryolarının yapımcılığını yaptı. Artık başarılı filmlerin yönetmeni olarak anılmasa da Avrupa’nın Hollywood ile çalışan en zengin yapımcılarından biri oldu. 2014’te çektiği “Lucy” ile pahalı gişe filmleri arenasına eskisi kadar güçlü olmasa da etkili bir dönüş yaptı. Besson’un aslen bir çizgi roman olan “Valerian ve Bin Gezegen İmparatorluğu”na yıllar önce göz dikmesine rağmen çekmeye karar vermesi de “Avatar”ı izlemesine denk gelmiş. Zaten “Valerian”ı izleyince bunu anlamak gayet de mümkünleşiyor. Çünkü Besson benzer temalarda dolaşarak yine “5. Güç”teki gibi son derece aydınlık, rengarenk bir evren yaratmaya soyunmuş. Hikayedeki barışçıl ve ayrımcılık karşıtı tema da “Avatar”la akraba. Uzak bir gelecekte evrenin bütün canlı türleri Alfa adlı tek bir istasyonda temsil edilmektedir. Biraz havai ve kadın avcısı genç bir ajan olan Valerian’ın da o günlerdeki tek derdi iş ortağı Laureline’i tavlamak. Elbette Laureline de Valerian’a karşı ilgisiz olmasa da onun bu kadın avcılığı huyunu bırakmasını beklemektedir! Valerian ve Laureline aldıkları yeni bir çağrıyla Alfa istasyonunun askeri yöneticilerinden biri olan General Arun Filitt’i korumakla görevlendirilirler. Ancak Filitt’in bir soykırım planı vardır. “Valerian” elbette büyük bir bütçe eşliğinde gerçekleştirilmiş büyük set tasarımları oldukça parlak ve ilgi çekici. Valerian rolünde Dane DeHaan enerjisiyle karakterini sürüklüyor. Mankenlikten gelen Cara Delevigne, klişe rolünde biraz soğuk dursa da kendisine biçilen sınırlı işlevini yerine getiriyor. Ama bu hikayeye 137 dakika biraz bol geliyor. Özellikle hikayenin ortalarında tekrara düşülen ve fazlalık hissi yaratan büyük bir bölüm var. Mesela rahatça daha kağıt üzerindeyken yapılabilecek 30 dakikalık bir kısaltmayla film hem daha ucuza çıkmış olacak hem de çok daha derli toplu bir hikayeye sahip olacaktı. Yine de Valerian’ın görünmez bir pazarda yaşadığı heyecanlı kovalamaca sahnesi bir karışık olsa da yaratıcıydı. Genç izleyiciler daha çok sevecektir... THE CIRCLE Yönetmen: James Ponsoldt Oyuncular: Emma Watson, Tom Hanks, John Boyega 110 dakika, 13+ Bu büyük teknoloji şirketleri ya da devletler tarafından gözetleniyor olmak meselesi sinemada çabuk cılkı çıkan hikayelerden biri. Artık telefonlarımızla, internetle, mobil kameralarla bir şekilde gözetlendiğimiz acı gerçeğini neredeyse tümüyle kabullenmiş durumdayız. Haliyle bu meseleyi anlatan filmler, bunu sanki yeni bir bilgiymiş gibi sunarlarsa inandırıcı olamıyorlar. Ama “The Circle”ın ana sorunu tam olarak bu değil, başka bir tuzağa düşmekten kendini alamayan bir senaryosu var. Yeni bir işe ihtiyacı olan genç bir kadın, Mae çok büyük bir teknoloji şirketinde alt tarafı bir müşteri temsilcisi olarak işe başlar. Şirketin öyle kucaklayıcı ve sevgi dolu bir işçi politikası vardır ki Mae hemen bundan etkilenir. Pek de inandırıcı olmayan bir şekilde yükselir ve büyük patron Bailey’nin gözde çalışanlarından biri haline gelir. Şirket yeni geliştirdiği sosyal medya araçlarıyla insanların özel ya da genel hayatında gizli ya da sır hiçbir şeyin kalmamasını sağlamaktadır. Bunun iznini de insanların kendi iradeleriyle vermesini planlamaktadırlar. Böylelikle dünya üzerindeki suçu ve kötülüğü yok edeceklerdir! Şirketlerin teknolojik yenilik olarak bize sattığı şey, aslında bir sonraki aşırılığa davetiye çıkarıyor her zaman. Belki bazı kolaylıklar sağlıyor bu yenilikler ve bize iyi amaçlarla paketlenerek satılıyorlar ancak sonuçta bu tür gelişmeler bizi kendisine bağımlı bir hale getiriyor ve gönüllü olarak tüm hayatımızı başkalarının işlerine, meraklarına ve kontrol mekanizmalarına gönüllü olarak sunuyoruz. Filmde bunu iyi anlatan bir damar var. Bu şirketlerin güleryüzle, coşku içinde giderek kontrolden çıkma halini, silahsız, tehditsiz, hiç de karanlık paranoyalara sapmadan anlatıyor. Gelgelelim ana karakter Mae’nin seyirciyi sürükleyebilen kişiliksel bir çekiciliği yok. Tom Hanks’in canlandırdığı patron Bailey de ana hatlarıyla çizilmiş bir figür sadece. Ayrıca finalde bir şekilde, bütün bu teknoloji şirketlerinin yaptıklarının önüne geçilemezliği onaylanmakta. Elbette engellenmesi hayal olur ama yine de seyircisini doyurmayan bir final var ortada... Ama “The Circle” izlerken sıkmıyor seyircisini ve olan biten konusunda düşündürtmeyi başarıyor. Kendimizi bu kadar çok ve rahatça gözetime açmamızın ilerde neler getirip götüreceğini düşünmek, giderek kapanan bir çemberin içinde daraldığımızın farkına varmak da bir şey! DEMİR YUMRUK Hands of Stone Yönetmen: Jonathan Jakubowicz Oyuncular: Edgar Ramirez, Robert De Niro, Ana de Armas 111 dakika, 13+ Her gerçek hikaye film olarak bizi çok ilgilendirmez ama ne ilginçtir ki, içinde boksör olan filmler bir şekilde hepimizi ilgilendirir. “Öfkeli Boğa” (Raging Bull), “Rocky”, “Milyonluk Bebek” gibi filmler trajik dövüşçü karakterlerinin gerçek ya da gerçeğe yakın hikayeleri üzerinden zorluklar içinde ayakta kalma, her şeye karşı mücadele etme, insanın zor bir hayat içinde kendi üzerinde kurduğu güçlü olma baskısı gibi temaları ele almaktalar... Robert De Niro’nun unutulmaz bir performans gösterdiği “Öfkeli Boğa”da Jake La Motta adlı boksör kendi iç dünyasıyla olan savaşını ringlere taşıyan şiddet dolu bir boksördü. “Demir Yumruk”ta da hikayesi anlatılan yine kontrol edilmesi zor bir boksör olan Roberto Duran’ın antrenörünü canlandırıyor bu sefer büyük aktör. Panama’da bir yoksulluk ve yoksunluk hikayesi olarak başlıyor film. Duran’ın zor çocukluğu, boksla tanışması ve kısa sürede gelen şöhret, karısıyla olan ilişkisi, rakibi Sugar Ray Leonard ile olan maçları, inatçılığı, egosu ve kendisiyle mücadelesi şeklinde ilerliyor. Hikaye ve karakterler çok zengin ve doğurgan ama film maalesef hepsini bir araya getirmek konusunda çok maharetli değil. Ne Duran’ın sefaletine tam kani oluyoruz, ne de hızla gelen şöhrete ikna olabiliyoruz. Sanki bir mini dizinin özeti halinde karşımıza getirilmiş bir film izliyoruz. Film bir şekilde kendisini sıkmadan izletiyor, çünkü hikaye çıplak haliyle de yeterince çarpıcı. Ama senaryonun bir odaklanma sorunu var. Eğer Duran’ın hikayesinin belli bir bölümüne odaklanıp ona uygun bir şekilde ele alınabilseydi daha düzgün bir filme ulaşılabilirdi. Yine de Duran’ı canlandıran Edgar Ramirez’in performansı, karısı Felicidad’ı canlandıran Ana de Armas’ın güzelliği ve üstat Robert De Niro’nun varlığı filmin cazibesini arttırıyor. *** TARIK AKAN ÜLKEMİN GÜZEL YÜZÜ Kıymet Coşkun Can Yayınları, 319 Sayfa Kitle ya da popüler sinemada erkek yıldızı şöyle tanımlamak mümkündür: ilkeleri olan, cesur, vatan ve namus gibi değerlerin koruyucusu, iyiliği sorgulanmaz, güvenilir, zeki, yetenekli ve karşı konulmaz bir cinsel cazibe sahibi erkekler. Bir anti-kahramanı oynasa bile bu özelliklerinin çoğunu korur. Erkek yıldızlar ait oldukları dönemin şartlarına göre şekil alan ‘lider’ tanımlarında model olarak kullanılırlar. İdeal düşüncelerle ve yeteneklerle donatılmış olduklarından erkek seyircilerin yerinde olmak istediklerini, cinsel cazibeleriyle de kadınların birlikte olmak istediklerini simgelerler. Türk sinemasında hem oyunculuklarıyla hem temsil güçleriyle hem de yarattıkları toplumsal etkilerle damgalarını vuran 5 erkek yıldız vardır: Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Kadir İnanır ve Tarık Akan. Bu beş ismin arasında en enteresan hikaye Tarık Akan’ın hikayesidir aslında. Çünkü içinde haysiyetli bir direniş öyküsü barındırır. Sanatçının nasıl bir insan olması gerektiğini, yeri geldiğinde nasıl tavır alabilen bir ‘düşünür’ olabildiğini, Sanatçının topluma karşı sorumluluk duygusunun nasıl olabileceğini anlatan bir hikayedir bu. Nazım Hikmet üzerine yazdığı kitaplarla bilinen yazar Kıymet Coşkun’un yayına hazırladığı “Tarık Akan: Ülkemin Güzel Yüzü”, ünlü oyuncunun yakın çevresi ve sevenlerinin bir vefa borcu olarak onun birinci ölüm yıldönümü için yazdıkları yazılardan oluşuyor. Akan’ın yıllarca emek verdiği Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın katkılarıyla Can yayınları tarafından çıkarılan kitabın ilk bölümünde Kıymet Coşkun, oyuncunun yaşam öyküsünü önemli filmlerini derlemiş. İkinci bölüm “Tarık Akan Sineması” başlığını taşıyor ve Rukiye Karadoğan, Ali Karadoğan ve Hakan Savaş’ın yazılarıyla Akan’ın sinema kariyerine odaklanıyor. Tarık Akan’ın eğitimci yönünü sahibi olduğu Özel Taş İlköğretim Okullarının müdürlüğünü yapan Ali Akdoğan kaleme almış. Kitabın sonraki bölümü onun dostlarının tanıdıkları Tarık Akan’ı yazdıkları samimi yazılardan oluşuyor. Kim mi peki bu insanlar? İşte bazıları: Halil Ergün, Ataol Behramoğlu, Yavuz Özkan, Zülfü Livaneli, Turgay Fişekçi, Şerif Gören, Arif Keskiner, Nebil Özgentürk, Işık Yenersu, Fazıl Say... Kitabın son bölümünde usta oyuncunun eksiksiz filmografisine ve bir fotoğraf albümüne ulaşmak da mümkün. Akan’ın kendi sözlerinden bir alıntıyla bitirelim: “Türkiye’de bir oyuncu olmanın, sanatçı olmanın gereklerinin en önemli yerlerinden bir tanesini yüklenilmesi gereken bir görev olarak üstüme almışım ben. Ülkenin laik, demokratik, çağdaş bir yapıya oturması için neler lazımsa, onlar için bir şeyler yapılması gerektiğine inanan bir kişiyim. Bunları da seçtiğim ve olmak istediğim bütün filmlerin içerisine sokmuşumdur. Çünkü benim dünya görüşüm bu. Buna inanıyorum. Başka türlü bu toplumun rahata kavuşması imkânsız diye düşünen kişilerdenim. Bunu bir görev olarak koyuyorum kendime.”