3 FİLM 1 KİTAP - 17 Ekim



BURAK GÖRAL İLE 3DVD 1 KİTAP

WONDER WOMAN Yönetmen: Patty Jenkins Oyuncular: Gal Gadot, Chris Pine, Robin Wright 140 dakika, 13+ Ünlü çizgi roman devi DC Comics’in üç lokomotif karakterinden biridir Wonder Woman (elbette diğer ikisi Batman ve Superman). 1941 doğumlu çizgi roman, özellikle feministler tarafından çok takdir görse de okuyucularının çoğunu her zaman erkekler oluşturdu! Wonder Woman’ın bir özelliği de Yunan mitolojisi kaynaklı olması. Tanrı Zeus’un, Amazon kraliçesi Hippolyta’nın yaptığı kilden can verdiği Amazon prensesi Diana, Zeus’un oğlu savaş tanrısı Ares’in dünyadaki tüm savaşların kaynağı olduğuna inandığı için 1. Dünya Savaşı’nın yaşandığı sırada güvenli gizli adasını terkedip yeni tanıştığı bir Amerikalı casusun peşine takılarak savaşın en çetin geçtiği cephelere doğru bir yolculuğa çıkar. Ares’i bulduğunda dünyadaki tüm savaşların sona ereceğini düşünüyordur. Wonder Woman, güzel oyuncu Gal Gadot’nun canlandırdığı haliyle ilk kez geçen yıl “Batman v Superman: Adaletin Şafağı” filminde görünmüş ve filmdeki iki büyük süper kahramanı da gölgede bırakacak kadar beğenilmişti. O filmde Diana’nın geçmişine dair bir fotoğrafın Batman tarafından bulunuşuna şahit olmuştuk. Şimdi “Wonder Woman”a ait bu ilk filmde bu fotoğrafın hikayesini de içine alan ilk macerasına şahit oluyoruz. "Wonder Woman" iyi çekilmiş, dramatik olarak da çok iyi başlayıp maalesef giderek sıradanlaşan bir süper kahraman filmi. Elbette mitolojik temeliyle, feminist damarıyla bir parça farklı duruyor ama sonuçta ilk "Kaptan Amerika" filmini hatırlatıyor daha çok. Ayrıca süper kahraman filmlerinde ya da dev bütçeli bilimkurgularda 'insanlar çok kötü, hepsini yok edip dünyayı temize çekmek gerek' diyen kötüler de artık sıkmaya başladı. Buradaki Ares’te de olduğu gibi. Omurgasını bu fikrin üzerine kuran hikayeleri daha kaç kez izleyeceğiz? İnsanlığın ne kadar kötü olduğunu her gün sürüyle örnekle bizzat yaşayıp görüyoruz. Sinemada da biraz heyecanlanıp, farklı fikir ve hikayelerle buluşmak istiyoruz. Ama gelgelelim karşımıza yine ‘insanlık çok kötü’ diyen adamlar ve 'yine de ben onlarda bir umut görüyorum’ diyen süper kahramanlar çıkıyor! İnsanlığın kötü olduğuna çoktan ikna olduk. Bu filmler insanları iyiye doğru götürmeye yetmiyor ne yazık ki! “Batman v Superman”de de çok etkileyiciydi ama kendi filminde Gal Gadot filmin değerine çok şey katıyor doğrusu. İsrailli oyuncunun farklı güzelliği, Wonder Woman kostümünü ve aksesuarlarını çok iyi taşıyan endamı filmi olduğundan daha parlak bir hale getiriyor. Ekstra: Yönetmen Patty Jenkins’ten yorumlar...   KARAYİP KORSANLARI: SALAZAR'IN İNTİKAMI Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales Yönetmenler: Joachim Rønning, Espen Sandberg Oyuncular: Johnny Depp, Geoffrey Rush, Javier Bardem 129 dakika, 7+ İlk filmiyle 2003’de tanıştığımız “Karayip Korsanları” serisinin başarısında hep iki etken öne çıktı: Birincisi 1995’den beri büyük bir stüdyo, korsan filmi yapmamıştı. O film de zaten ait olduğu şirketi batırmıştı ve korsan filmleri neredeyse 20 yıldır adeta bakir bir tür olarak bir kenarda unutulmuştu. İkinci etken ise Johnny Depp’in canlandırdığı Jack Sparrow karakteriydi. İzleyici zaten Depp’in pozitif enerjisine her zaman alışıktır ama Sparrow’da büyüleyici bir çekicilik vardı. Onun her iki cinse de hitap eden tavırları, makyajı ve aksesuarlarıyla Depp’in ve prodüksiyonun doğru adreslerden edinerek oluşturdukları karakter dizaynının serinin cazibe merkezi olması çok doğaldı. Jack Sparrow üç filmi de taşıyan, filmlere eğlence duygusu katan en büyük etkendi. Sadece Orlando Bloom ve Keira Knightly ikilisi ile olacak iş değildi zaten. Nitekim izleyici daha çok Jack Sparrow istiyordu. Seri o karakter sayesinde beşinci filmine kadar gelebildi. Beşinci filmde de bu tür büyük gişe maceralarında görmeye alıştığımız ve önceki filmlerde de tercih edilen yapı aynen tekrarlanıyor. Bütün kahramanların peşine düşeceği efsanevi bir obje vardır ve herkes kendi menfaati gereği ona sahip olmak ister. Yolda birbirinden komik ve heyecanlı olaylar yaşanır. Sonunda da objenin etrafında son bir kapışma gerçekleşir. Deniz tanrısı Poseidon’un üç uçlu mızrak’ının etrafında, okyanusun dibinde gerçekleşen final sahnesi güzel anlar barındırmıyor değil doğrusu. Öncesinde de Will Turner’ın genç oğlu Henry, filmin yeni genç kızı Carina ve bu hikayenin kötüsü Salazar’ın tanıtıldığı kısımlar, bir serinin beşinci filmi için hiç fena değil. Ama mesele Jack Sparrow’un çıkışıyla başlıyor. Oscar adaylığı bulunan Sparrow karakteri ilk üç filmde eğlendiriyor olsa da artık yorgun bir karakter. Bunu birçok sahnede hissetmek mümkün; mesela filme dahil olduğu sahne esprili olması planlanmış uyduruk bir soygun sahnesi ama yüksek bir enerjiye sahip değil yine de. “Hızlı ve Öfkeli”nin beşinci filmindeki sahnenin neredeyse aynısı! Yine filmin ortasındaki Sparrow’un idamdan kurtarılma sahnesinde esprili olabilmesi için inandırıcılık duygusundan tümüyle vazgeçilmiş, zorlama bir sahne. Halbuki Norveçli yönetmen ikilisi seriye yeni bir soluk getirebilirdi belki daha serbest bırakılsalardı. Yine de seriyle duygusal bir bağ kurmuş olan seyircinin eğleneceği kimi anlar var elbet. Ben Javier Bardem’in kötü adamı Kaptan Salazar’ı fena bulmadım, yeni karakter Carina’da da güzel oyuncu Kaya Scodelario’yu keyifle izledim. Ama “Karayip Korsanları” serisi sürekli kendini tekrar eden bu yapıdan kurtulmadıkça giderek renklerini kaybeden ve artık ille de başarısız bir filmle noktalanacağı bir finale doğru ilerliyor. HAYALET HİKAYESİ Personal Shopper Yönetmen: Olivier Assayas Oyuncular: Kristen Stewart, Lars Eidinger, Sigrid Bouaziz 105 dakika, 15+ “Hayalet Hikayesi” izleyicisini hipnoz eden filmlerden biri. Hani bazı filmler kendisini tümüyle açmazlar, ardında sorular bıraksalar bile izleyicisini garip bir tatmin duygusuyla uğurlarlar kendilerinden. İşte “Hayalet Hikayesi” de öyle bir film. Paris’te yaşayan Maureen adlı Amerikalı bir genç kadın, yeni kaybettiği ikiz erkek kardeşinin ölümünün ardından kafasını onunla iletişime geçmeye takmıştır bu yüzden de kendi ülkesine dönememektedir. Çünkü ona göre ölen kişilerin ruhları bir müddet daha yaşadığı mekan kalmaktadır. Bu yüzden inatla ikiz kardeşinin hayaletiyle iletişime geçmeye çabalar. Bu arada enteresan bir işi vardır Maureen’in; çok genç ve ünlü bir mankenin alışveriş asistanıdır. Onun kıyafetlerinin, ayakkabılarının peşinden koşturur bütün gün. Sonra hiç beklenmedik bir şey olur, esrarengiz bir kişiden sms mesajları almaya başlar. Bu kişi onu tanıyan ve gören bir kişidir. Belki de Maureen’in aradığı ikiz kardeşinin hayaleti ya da tümüyle bambaşka bir şeydir bu kişi! Aslında film Maureen’in kişiliğinde bir yabancılaşma hikayesi anlatıyor. Maureen zaten Paris’te bir yabancıdır ama aynı zamanda içinde bulunduğu bütün ortamın da yabancısıdır. İçe kapanıktır, kendi kimliğinden yer yer rahatsızdır. Adına çalıştığı mankenin kıyafetlerini, ayakkabılarını kendi de giyer, dairesinde kalır. Giderek kendisine de yabancılaşır. Hatta gelen sms’lerin onun hayali, kendi kendine söyledikleri olarak kabul etmemiz de mümkündür. Yönetmenin buralarda korku sinemasının da kimi numaralarına başvurduğunu, hatta bazen Hitchcock veya David Lynch etkileri de yarattığını söyleyebiliriz. Birkaç yerde anlatıyı yarıda bırakan ve seyirciyi iten kararlar almış Assayas, ama yine de “Hayalet Hikayesi” sinemada farklı bir şeyler izlemek isteyenlerin daha çok keyif alacağı bir film. Usta yönetmen Olivier Assayas kariyerinin en güzel filmlerinden birine imza atmış. Yine Kristen Stewart’ı oynattığı 2014 yapımı “Sils Maria ve Perde”yle birlikte anlaşılıyor ki ikisi şahane bir oyuncu-yönetmen ikilisi oluşturdular. Ama “Alacakaranlık” filmleriyle geçici bir yıldız olduğu hissini veren Kristen Stewart, rol aldığı diğer birkaç film ve özellikle de Assayas’ın bu iki filmiyle de olağanüstü bir kariyere doğru yürüyor. **** ABİM CHE Mon frére, le Che Juan Martin Guevara, Armelle Vincent Can Yayınları, 239 Sayfa Yirminci yüzyılın efsanevi devrimcisi, bazılarının taptığı, bazılarının ölesiye nefret ettiği bir politik figür olan Ernesto “Che” Guevara... Eğer yaşasaydı tepki göstereceği biçimde metalaştırılmış, popüler kültürün elinde bir ikona dönüştürülmüş idealist ve eylem adamı. Kendisi de Arjantin’deki dikta rejiminin zindanlarında yıllarca çile doldurmuş bir militan olan Juan Martin Guevara, Che’nin Bolivya dağlarında katledilişinden yarım yüzyıl sonra sessizliğini bozuyor ve abisini anlatıyor. Yoğun, içe oturmuş bir hüznün damgasını vurduğu bu anılarda Che’nin yetiştiği sosyal çevre de var, üzerinde çok etkisi olan annesiyle ilişkisi de, biyografilerinde kendine pek yer bulamayan babası ile kimileri gerçek birer karakter olan akrabaları ve dostları da. Yeri geldikçe, Che’nin hayata, siyasete, edebiyata ilişkin görüşlerine, değerlendirmelerine de yer veriyor küçük Guevara. Ama esas önemsediği, dile getirmek istediği artık kendisi yetmişini devirmiş bir ihtiyar iken hep genç kalacak olan abisi ile, yıllarca mezarı bile belli olmayan sevgili ölüsü ile bağı. Juan Martin Guevara’nın kâğıda döktüklerini eşsiz kılan, başkalarının anlayamayacağı ve anlatamayacağı da bu insani boyut zaten. En sonunda ailenin Che’ye dair sessizliğini  Che’nin en küçük erkek kardeşi ve askerî dikta döneminde siyasi fikirleri nedeniyle uzun yıllar hapis yatmış bir militan olan Juan Martın Guevara, Abim Che adlı bu kitabıyla kırdı. Los Angeles’ta yaşayan bir Fransız gazeteci olan Armelle Vincent de bu projede Juan Martin Guevara’yla birlikte çalışmıştır. (bültenden)