3 FİLM 1 KİTAP



BURAK GÖRAL İLE 3 DVD 1 KİTAP

GECE HAYVANLARI Nocturnal Animals Yönetmen: Tom Ford Oyuncular: Amy Adams, Jake Gyllenhaal, Michael Shannon 116 dakika, 15+ Moda dünyasının marka isimlerinden biri olan Tom Ford, 2009 yılında çok zarif bir filme imza attı. “Tek Başına Bir Adam” (A Single Man), hikayesinin duygusu, inceliği ve kusursuz sinematografisiyle o yılın en iyi filmlerinden biriydi. O tarihten beri Ford’un çekeceği ikinci film merakla bekleniyordu. Yönetmen sonunda yine bir roman uyarlamasıyla karşımıza çıktı. “Tony ve Susan” adlı bir romandan uyarlanan “Gece Hayvanları”nda bir sanat galerisi sahibi olan Susan büyük bir hayal kırıklığı içindedir. Ruhsuz bir çöp kültürünün içinde hapis kaldıklarını düşünmeye başlamıştır artık. Oysa bir zamanlar ‘daha dolu hislerle yaşadığı’ bir fırsatı elinin tersiyle itmiştir. 19 yıl önce, aşk evliliği yaptığı, yazar olmak isteyen kocası Edward’dan boşanmıştır. Üstelik onu çok kötü bir şekilde ortada bırakmıştır. 19 yıl sonra, Edward ona nihayet yazabildiği ilk romanı “Gece Hayvanları”nın prova nüshasını gönderir. Film bize hem Susan’ın bugününü ve geçmişini hem de Edward’ın kitabındaki olayları içiçe geçmiş bir kurguyla sunuyor. Edward’ın kitabında, bir matematik profesörü olan Tony Hastings, ergen kızı ve karısıyla bir gece yolculuğuna çıkmıştır. Önlerini üç genç adam keser ve sonrasında yaşanan vahşetin ardından Tony’nin intikam hikayesi de başlar. Tony’nin bu acılı intikam hikayesi aslında Edward’ın Susan ile yaşadıklarının bir yansımasıdır. Hem kendisine dair bir özeleştiri hem de eski karısına karşı bir veryansındır. Susan kendi yaşadıklarının çok dışında olaylar okuyor olsa da Edward’ın iç dünyasında bir yolculuğa çıktığının ve bu yolculuk sırasında kendi hataları ve korkularıyla da yüzleştiğinin farkına varacaktır. İnsan ruhunun kılcal damarlarında kaybolmadan yolunu buluyor film, 'hissederek yaşama'nın giderek daha çok cesaret gerektiren bir meseleye dönüştüğünü sert, tavizsiz ve hipnoz edici bir üslupla anlatmayı başarıyor Tom Ford. Susan rolünde Amy Adams, Edward/Tony olarak izlediğimiz Jake Gyllenhaal ve Tony’e yardımcı olan yerel polis karakterinde tüyleri diken diken eden Michael Shannon’ın kusursuz performansları ise izleyenlerin akıllarına nakşoluyor. JACKIE Yönetmen: Pablo Larrain Oyuncular: Natalie Portman, Peter Sarsgaard, Greta Gerwig 100 dakika Amerikan tarihinin en gizemli olaylarından biri olan John F. Kennedy suikastına farklı bir perpektiften bakıyor bu film. Kocasının dağılan kafatasını kucağında tutmuş bir ‘first lady’dir Jackie Kennedy. Büyük umutlarla başlayan bir yolculuğun aniden gelen şok edici finali... Bayan Kennedy’nin travması aslında o günlerin Amerika’sının da travması. Bir ‘ne olacak şimdi?’ şokunun hemen ardına eklenen, ‘bir anda her şey bitti’ duygusu.. Hollywood oyuncularının ve Amerika dekorunun farklı kullanıldığı film, bilinç akışı tekniği kullanılarak yazılmış romanlar gibi sanki. Sadece Kennedy için değil, bir anlamda ABD'nin ölümü için de etkileyici bir ağıt. Çünkü Kennedy’nin öldürülmesi bazı Amerikalılar için ülkenin tümüyle yönünü değiştiren bir olaydır. Bugüne kadarki filmografisinde hiç kötü film barındırmayan Şilili yönetmen Pablo Larrain, büyük bir şokun ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının resmini çiziyor sanki, tuval olarak da Jacqueline Kennedy'nin (dolayısıyla Natalie Portman’ın) yüzünü kullanıyor. Bütün o şok yaşayan Beyaz Saray ahalisinin içinde elbisesi ve elleri kocasının kanıyla boyanmış kadının yanıbaşındayız film boyunca biz de. Bir kadının cehenneme olan yolculuğudur o gün. “Jackie” klasik bir biyografi değil ama hem ele aldığı karakterin hayatından küçük ama önemli bir kesidi ele alarak onu bize tanıtmayı başarıyor hem de büyük resimde bir ulusun yaşadığı büyük travmayı tanımlıyor. Hikayenin çerçevesini ise Jackie’nin bir gazeteciye verdiği röportaj oluşturuyor. Jackie’nin kendisini ve ailesinden kalanları toplayıp dik durmaya çalışması, kocasının katledilişinin bir anlamı olduğunu ayırt etmesi ve bunu çevresindeki görevlilere anlatma çabası gerçekten etkileyici bir sinemayla sunuluyor bize. Olay örgüsünü boza boza, sık sık zaman çizgisi içinde ileri geri gitmesine rağmen seyircinin kaybolmasına asla izin vermeyen kurguya eşlik eden, bazen bir ağıt müziğine (requiem) bazense sanki bir korku/gerilim filminin usul usul çalan, tedirgin edici tınılarla ilerleyen müzikleri filmin bütün duygusunu bir kat daha yukarı taşıyor. Jacqueline Kennedy’i canlandıran Natalie Portman ise tek kelimeyle olağanüstü! UZAY YOLCULARI Passengers Yönetmen: Morten Tyldum Oyuncular: Chris Pratt, Jennifer Lawrence, Michael Sheen 116 dakika, 7+ 120 yıl sürecek olan gezegenler arası bir seyahat, aslında bir göç. Gelecekte bir gün özel bir şirket dünyanın aşırı kalabalık halinden dolayı uzaktaki yeni bir gezegene taşınmak isteyenlere cazip bir hizmet satıyor. Yolcular Avalon adlı lüks uzay gemisinde 120 yıllık bir hiper uykuya dalacaklar ve varışa birkaç ay kala uyanıp yeni hayatlarına hazırlanacaklar. Ama belirsiz bir terslik sonucu dünyada tamircilik yapan Jim erken uyanır. Henüz 30 yıl geçmiştir ve beş bin uyuyan yolcunun içinde tek başınadır. Bir yıl boyunca her türlü lüksün içinde kısıtlı bir erişimle yalnız başına kalır. Kendisini tekrar uyutabilmek ya da başka bir çözüm için akla gelebilecek her yöntemi dener ama başaramaz. Tek arkadaşı robot bir barmendir! Bir gün uyuyanlar arasında güzel bir genç kadın dikkatini çeker. Jim, Aurora adlı bu gazeteci kadına aşık olur ve büyük bir ikilem yaşar. Onu da teknik bir arızanın sonucuymuş gibi göstererek uyandırmalı mıdır acaba? Aslında bu sorunun cevabını fragmanı izleyen hatta filmin afişine bile bakan herkes tahmin edebilir. Zaten bir noktadan sonra filmin tahmin edilebilirliği giderek artıyor. Filmin en büyük kusura da bu kolay tahmin edilebilirlik. En başta çok güzel tasarlanmış bir gemi ve gelecek tasviri var filmin. Sonrasında Jim’in yalnızlığı ve içine düştüğü bu 90 yıllık mahkumiyeti inandırıcı buluşlarla aktarılıyor. Gemi tasarımı ve teknolojisi Stanley Kubrick’in “2001: Bir Uzay Macerası”nı, Michael Sheen’in canlandırdığı cyborg barmen de yine Kubrick’in “The Shining”indeki barmeni anımsatmıyor değil bu arada. Aurora’nın hikayeye katılımının ardından yaşananlar da aksamıyor genellikle, romantizmin mayasının da iyi tutturulduğunu düşünüyorum. O koşullarda olabilecek şeyler yaşanıyor ikilinin arasında. Filmin ‘Robinson Crusoe’dan, ‘Adem ve Havva’ hikayesine; sonrasında da bir hayatta kalma mücadelesine geçişi de çok kolay tahmin edilebilir bir çizgide ilerliyor.. Belki de bu yüzden hikayenin final kısmı bir anda hızlanıyor ve bir aceleyle bitirilmiş hissi yaratılıyor. Ama “Uzay Yolcuları”nın, yine de burada açık etmek istemediğim ilgi çekici sürprizleri de yok değil. Gelgelelim Chris Pratt ve Jennifer Lawrence da pırıl pırıl parlıyorlar. Özellikle de giderek daha olgun bir güzelliğe kavuşan ve her filminde yeteneğinden artık iyice emin olduğumuz Jennifer Lawrence... *** 2001 ESKİ TÜRKİYE’NİN SON YILI Mirgün Cabas Can, 539 sayfa Gazeteci Mirgün Cabas önemli ve titiz bir araştırmanın altına girmiş. Kolay değil elbette, Türkiye’nin geçmişi ve bugünü arasında çok kritik bir yılı ele alıp onu etraflıca işlemek, tanıklarla detaylı röportajlar yapıp, arşivleri taramak ve bunları doğru yorumlayıp ülkenin bugününü yaratan tablonun başlangıç günlerine dikkat çekmek önemli ve mutlaka değerlendirilmesi gereken bir çaba. Cabas’ın bu, içeriği kadar hacim olarak da ağır incelemesi o yıl olan bitenleri sıkı sıkı takip edenler için bile müthiş bir hatırlatma yapıyor. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığında ve üç partinin koalisyonu sırasında yaşanan büyük ekonomik krizin eksiksiz anatomisi, Kemal Derviş’in gelişi ve alınan ekonomik önlemlerin Türkiye’nin kaderine olan etkileri, 28 Şubat’ın siyaseti derinden sarsan etkileri, FETÖ’nün daha 1990’ların başından itibaren başlayan devlet kurumlarına sızma operasyonunun farkedilip bazı savcılarca önlenmeye çalışılması, Saadettin Tantan’ın önderliğinde gerçekleştirilen yolsuzluk operasyonları, Ergenekon davalarının giderek yaklaşan ayak sesleri, AKP’nin ‘tek kişi partisi olmayacağız’ diyerek kuruluşu ve yine o yıl yaşanan yaşanan pek çok detay, son derece akıcı bir anlatımla ve Cabas’ın etkili sorular yönelttiği dönemin kimi tanıklarıyla yaptığı söyleşiler... Bir anda kendinizi 2001 yılına ışınlanmış buluyor ve kaptırıp gidiyorsunuz. Mesut Yılmaz’ın her şeyin farkında olup da çözememiş olmasına (ya da şimdi öyle göründüğüne) mi yanasınız; Refah Partisi’yle siyasete girip, Fazilet partisiyle devam eden sonra da CHP’ye geçen Mehmet Bekaroğlu’nun AKP’nin kuruluşunun hemen öncesinde şahit olduklarına mı şaşırasınız; ya da daha 2001 yılında FETÖ’nün peşine düşen İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürlüğü eski müdürü Adil Serdar Saçan’ın anlattıklarına mı şok olasınız? Murat Yetkin, Altan Öymen, Nedim Şener gibi tecrübeli gazetecilerin şahitlikleri de bütün bu olan biteni doğru çerçevelere oturtuyor. Okudukça heyecanlı bir politik gerilim romanı gibiymiş meğer 2001’in Türkiye’si diye düşünüyorsunuz. Bugün yaşanan bütün sorunların başladığı noktaymış. Aktif bütün siyasetçiler bu halkın siyasetçilere olan bütün umutlarını elbirliğiyle bitirmişler. Yeni bir ismin/partinin çıkışı adeta beklenmiş ve hazırlanmış! Ve elbette şunu bir kez daha anlamak mümkün kitabın sonunda; maalesef insanoğlu yaşadıklarından ders almayı hiç bilmeyen, bilmek dahi istemeyen bir canlı türü. Biz ise milletçe diğer pek çok medeni ülkenin vatandaşlarına göre çok daha çabuk unutuyoruz yaşadıklarımızı. Çünkü o toplumlardan farklı olarak, başımıza onlardan çok daha fazla şey geliyor. Bu yüzden böyle haıza tazeleyici kitaplara, araştırma ve yazılara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu topraklarda yaşayan herkes, en azından yakın tarihini bilmek zorunda. Mirgün Cabas rahat ve kullanışlı bir tasarımla hazırladığı “2001 Eski Türkiye’nin Son Yılı”nda buna önemli bir katkıda bulunuyor...