3 Film 3 Kitap



3 FİLM

CAROL

Geçen yılın en iyi filmlerinden biri olan “Carol”da 1950’lerin Amerika’sında boşanmak üzere olan bir kadın olan Carol, gencecik bir tezgahtar kıza aşık oluyor. Küçük kızına bir oyuncak almaya gelmiştir büyük bir oyuncak mağazasına ama en güzel hediyeyi kendisine seçer bir anlamda. ABD’nin en tutucu zamanları yaşanıyordur. Hem kadınlardır, hem farklı bir sosyal çevre ve sınıfa aittirler, hem de aralarında yaş farkı vardır. Üstelik Carol’ın kocası tek çocuklarının velayetini almak için dava açmıştır. Carol aşkını özgürce yaşayabilmenin yollarını arayıp bulmak zorundadır.

Carol”ın çok lezzetli bir film olmasının nedeni sadece hikayesi değil aslında. Evet ünlü yazar Patricia Highsmith’in gerilimli bir aşk romanı olan “Tuzun Bedeli” romanından uyarlanmış ancak Phyllis Nagy’nin senaryosu hikayenin polisiye kısmını tümüyle çıkarmış hikayeden. Böylece karşımızda filme adını veren Carol adlı bir kadının züppe bir zengin, fedakar bir anne ve çok aşık bir kadın kimliklerine sırasıyla geçişine şahit oluyoruz. Filmdeki üç şey büyüleyici bir tonda bir araya geliyor. Cate Blanchett’in olağanüstü performansı bunların ilki. Oyuncu rol aldığı her filmdeki gibi karakterinin duygu dünyasını içinde olduğu en küçük görüntüde bile seyircisine hissettirebiliyor. Yönetmen Todd Haynes’ın ise bu hikayeyi sunuş tarzı kusursuz. Haynes hikayenin merkezindeki iki kadını da sık sık buğulanmış ya da ıslanmış camların arkasında gösteriyor. Aralarındaki saydam engelin belli belirsiz altını çiziyor sürekli. Görsel olarak dönemin ünlü ressamlarının, fotoğraf sanatçılarının eserlerine ve “Kısa Tesadüfler” (Brief Encounter) gibi filmlere çok ince, narin göndermeler yapıyor. İki kadının eşcinsel aşkını asla basite indirgemeden, şairane bir sinemayla anlatıyor. Filme bu tonu veren çok önemli bir etken de Carter Burwell imzalı müzikleri... Filmin melankolik atmosferini tamamlayan çok duygusal, akılda kalıcı, melodik ve kulaktan kalbe akıp giden müzikler bu aşk hikayesine eşlik ediyor. Hikayenin genç kızı Therese’i canlandıran Rooney Mara da Audrey Hepburn’u andırıyor sürekli ve bu hikayeye başka bir çekicilik daha katmayı başarıyor. (Bir Film – Fabula)carol_dvd

 AÇLIK OYUNLARI: ALAYCI KUŞ BÖLÜM 2

"Açlık Oyunları”nın üç kitaplık serüveni dört filmlik bir seriye dönüştürüldü. Son kitap “Alaycı Kuş”un ilk filmini geçen yıl kasım ayında izlemiştik. Doğal olarak ilk iki kitabın birer filmle son kitabın da iki filmle perdeye aktarılmış olması başarılı bir ticari hamle olabilir ama dramatik olarak riskli bir karardı. Faşist bir rejim uygulayan diktatör Snow’a karşı ayaklanan fakir halkın kahramanı olan genç okçu kız Katniss’in bu başkaldırı hikayesi, ilk defa anlatılan, çok orijinal bir hikaye değil kuşkusuz. Nitekim ‘insan avı’ temalı bir oyuna zorla dahil edilmiş Katniss’in bu oyunun dışına taşan mücadelesi üç filmdir akıcı ve heyecanlı bir şekilde yürümekteydi. Ancak bu iki filmlik uzatma stratejisi yüzünden finalin akıcılığı zedeleniyor. Mesela filmin sanki geçen hafta izlediğimiz bir dizinin yeni bölümüymüş gibi açılıyor olması, sonrasında izlediğimiz aksiyonun zoraki ve tatminsiz olması gibi sorunlar birbirini takip ediyor. Diktatör Snow’u yıkmaya çalışan direnişçilerin başındaki Coin adlı karakterin (Julianne Moore) yeni bir diktatörlüğe doğru yöneliyor olması çok iyi bir fikir. Sonuçta ‘açlık oyun’unu kurgulayanlar gibi, doymak bilmeyen iktidar tutkularını sürdürmeye çalışanların da başka bir ‘siyaset oyunu’ var. Katniss’in bu oyunu sürekli bozmaktan yorulup finalde kenara çekilmeyi seçmesi çok anlamlı tabi ki. Katniss’in minik bir ekiple başkente doğru çıktığı yolculuk, heyecan katsın diye küçük bir ‘açlık oyunu’ turnuvasına dönüştürülmüş. Ama bu kısımdaki aksiyon sahneleri ihtişam duygusundan yoksun. Keşke daha görsel olabilinseydi. İnsan 80’lerdeki ya da 90’lardaki aksiyon yönetmenlerini özlüyor böyle durumlarda.

Yine de “Açlık Oyunları” serisi diğer teenage aksiyonu serilerine göre daha iyi ve yoğundu. Jennifer Lawrence’ın yeteneği ve şaşırtıcı karizması bu filmlere büyük katkı sağladı. (Bir Film – TME)alayci_kus_dvd

İLİŞKİ DURUMU: KAÇAMAK

Çok kahramanlı, geniş kadrolu romantik komediler risklidirler. Birbirleriyle ustaca kesiştirilen apayrı hikayeler, akıcı bir trafik ve iyi yazılmış esprili, hızlı diyaloglar gerekir. “İlişki Durumu: Kaçamak”ın emektar yönetmeni Peter Bogdanovich de bunun farkında. Woody Allen filmlerini hatırlatan bir tempo ve diyalog trafiğiyle açıyor filmini ve bunu filmin son yazılarına kadar da sürdürüyor.

Sık sık escort kızlarla birlikte olmayı seven tiyatro yönetmeni Arnold, Broadway’de sahneye koyacağı son oyununun oyuncu seçmelerinden bir gece önce Isabella adlı genç bir kızla beraber olur. Farkında değildir ama erkek oyuncusu Seth onları görmüştür. Ertesi gün aynı oyunda rolü olan karısı Delta da yanına gelir. Bir rastlantı sonucu Isabella oyuncu seçmelerine katılıp da bir de üstüne çok başarılı olup rolü kapınca olaylar karışmaya başlar. Oyunun yazarı Josh, Isabella’dan hoşlanınca onun kendi sorunlarını çözmekten aciz terapist sevgilisi Jane de bu karmaşaya katılmış olur. Bu arada Jane’in hastalarından birisi de Isabella’ya kafayı takmıştır. Bütün olaylar onun yüzünden başlasa da, bu içinde bolca ‘aldatma’ olan hikayenin en masumu aslında Isabella’dır...

Hikaye çoğunlukla ikna edici olamayan kimi tesadüflerle ilerlese de izleyicisinin bunu takmamasını sağlıyor film. Bunu hem Imogen Poots (kesinlikle filmin en iyisi), Owen Wilson, Jennifer Aniston, Rhys Ifans gibi parlak oyuncuları hem de dinamik senaryosuyla başarıyor. “İlişki Durumu: Karmaşık”, bu türkçe isimle biraz günümüzün genç izleyicilerine göz kırpmak için ‘online aşk’lara yanaştırılmaya çalışılmış olsa da, biraz eski tip bir komedi sayılır. Belki bazı genç seyirciler için demode bir ‘kimin eli kimin cebinde’ güldürüsü sayılır. Ama özellikle de Woody Allen filmlerine ilgisi olanlar için moral verici, lezzetli bir komedi.

(As Sanat – Pinema)iliski_Durumu_dvd

3 KİTAP

YETENEKLİ BAY RIPLEY / Patricia Highsmith

Psikolojik derinlikleri olan polisiye romanlarıyla nam salmış usta bir yazardır Patricia Highsmith. Onun polisiye üslubunda okurunu kendisine çeken en önemli özellik karakter yaratmadaki becerisidir. Onun karakterlerinin beyninin içinde dolaşırsınız, suçlularını iyi tanır, hatta kendinizin karanlık yerlerine onların beyinlerinde de rastlayabilirsiniz ve bir parça rahatsız da hissedersiniz. “Tatlı Hastalık” ve “Beceriksiz” gibi romanları, polisiye türünün daha çok okunması gereken başyapıtlarıdır mesela. Ama yazarın en çok tanınan romanı hiç kuşkusuz “Yetenekli Bay Ripley”dir. Edebiyat dünyasının en iyi yazılmış karakterlerinden biri olan Tom Ripley’i içinde barındırır.

Zengin bir işadamı tarafından İtalya’ya gönderilen Tom Ripley’in en başta tek bir amacı vardır. Çok samimi olmasa da uzaktan arkadaşı olan Dickie adlı genci Amerika’ya ailesinin yanına dönmeye ikna etmek. Ancak Ripley, babasına dönmeyi reddeden, özgür yaşamın peşine düşmüş, renkli bir kişiliği olan Dickie’nin her şeyini kıskanır. Onun kimliğini, hayatını ele geçirir yetenekli Ripley. Herkesi bir süre Dickie olduğuna da inandırır. Cinayetler, entrikalar ve Ripley’in zeka oyunlarıyla dolu bir maceradır bu...

Dünyanın en çok takip edilen antikahramanlarından biridir Tom Ripley. Highsmith onun maceralarını tam beş kitapta sürdürür. Serinin ilki “Yetenekli Bay Ripley”, iki kez sinemaya uyarlanmış bir kitaptır. Ancak iki filmi de izlemiş olsanız dahi romanı okumanızı tavsiye ederim. Ripley’in beyninin içinde günler ve saatler geçirmek ilginç bir deneyim yaşatıyor okurda.. Can Yayınları bu beş kitaplık seriyi son derece şık kapak tasarımlarıyla çıkarttı raflara. Diğerlerine de okudukça bu sayfalarda yer vereceğim...yetenekli_bay_ripley_kitap

KIRMIZI SAÇLI KADIN / Orhan Pamuk

Orhan Pamuk’u sevin ya da sevmeyin, onun bir edebiyat ustası olduğunu kabul etmek zorundasınız. Yazarın bence en iyi kitabı “Kara Kitap”tır hâlâ, ama her yeni romanında anlattığı hikayelerin kurgusal başarıları ve detaylandırılma ustalıkları onu diğer çağdaş Türk yazarlarından ayırıyor. Pamuk’un türkçe diline olan hakimiyeti de ilgili ve takdiri hakediyor şüphesiz.

Kırmızı Saçlı Kadın”, yazarın en akıcı romanlarından biri. Başladığınız anda bırakmak istemediğiniz bir ritme sahip. Seksenlerin başında bir kuyu ustasıyla, ona çıraklık eden bir ergen çocuğun hikayesi giderek büyüyor büyüyor ve dev bir çember oluşturuyor. Bu dev çember birbirlerini yok eden bir babalar ve oğullar hesaplaşmasına evriliyor giderek. Buradaki babalar sadece biyolojik babalar olarak algılanmamalı, insan hayatında baba figürü olarak yaratılan veya konumlandırılan her şeyin insan hayatındaki konumunda ve tavırlarında ne kadar da belirleyici olduğunu vurguluyor. Kuyu ustasıyla, babasız büyüyen çırağının hikayesini kapsayan ilk bölüm ağır ilerliyor gibi olsa da o kadar akıcı ki, tam tersi ikinci bölüm yani çırağın yetişkinlik dönemi ve İstanbul’un inşaat zenginlerinden birine dönüşmesi o kadar da hızlı. Üçüncü bölüm ise bu 30 yıllık süreci ta en başından belirleyen Kırmızı Saçlı Kadın’ın anlatıcılığına teslim edilmiş.

Sophokles’in “Kral Oidipus” ve Firdevsi’nin “Rüstem ve Sührab” efsanelerinin iç içe geçtiği bu yoğun roman, tarihin bir tekerrürler zinciri olup olmadığını sorgularken, bir aşk deneyiminin bütün bir hayatı nasıl da yönlendirebileceğini anlatıyor. Üstelik bütün bunları insan hayatında baba-oğul ilişkisinin belirleyiciliği üzerinden yapıyor ki, meselenin zorluğu tam da burada kendisini göstermekte... Ancak Pamuk bunun üstesinden kolayca geliyor...kirmizi_sacli_kadin_kitap

EDEBİYATIMIZDA EN SEVDİĞİM ROMANLAR KILAVUZU / Selim İleri

Türk edebiyatının önemli yazarlarından Selim İleri, iyi bir romancı, senarist ve eleştirmendir aynı zamanda... Selim İleri çok sıkı bir roman okurudur da. Onun gözlerinden ve dimağından geçmiş romanları, onun kaleminden süzülen fikirler eşliğinde okumanın da ayrı bir tadı vardır. Yazarın roman okuma tutkusunun bir ürünü Everest yayınlarından çıkan bu son derece tatminkâr derleme... Usta yazar sevdiği Türk romanlarını neden çok sevdiğini ve onların ana karakterlerinin dünyalarını bu önemli kılavuzda bir araya getirmiş. Çok çeşitli dönem ve üsluplara ait olan bu romanların önemine ve neden kalıcı eserler olduklarına vurgu yapan son derece lezzetli yazılarla dolu bir kitap bu. En az ele aldığı romanlar gibi samimi bir üslupla yazılmış makalelerden oluşuyor. 1874 ile 1980 yılları arasında yazılmış binlerce roman arasından seçtiği 229 romandan oluşuyor bu dev seçki. Aralarında hangi eserler yok ki; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”u, Halide Edip Adıvar’ın “Sinekli Bakkal”ı, Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak”ı, Sait Faik Abasıyanık’ın “Havada Bulut”u, Attila İlhan’ın “Fena Halde Leman”ı, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı, “Kuyucaklı Yusuf”u, Aziz NesiN’in “Gol Kralı”, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı, Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli”, Leyla Erbil’in “Tuhaf bir Kadın”ı, Adalet Ağaoğlu’nun “Fikrimin İnce Gülü”, Tarık Dursun K.’nın “Denizin Kanı”... Okuduklarınızla okumayı unuttuklarınızı bir araya getiriyor bu değerli kılavuz ve daha çok kitap okumaya teşvik ediyor okuyucularını...

edebiyatımızda_sevdigim_romanlar_kitap