Heyecanlı ama kof



BURAK GÖRAL/KİOSKLA SİNEMADA İZLEMEK İÇİN MEG: DERİNLERDEKİ DEHŞET Bir film eleştirmeni olarak; her zaman karşıma çıkan filmlerde yüzeyde bize anlatılan hikayenin altındaki art niyetlere, mesajlara, politik tavırlara odaklanır, bu film aslında bize içten içe ne anlatıyor sorusunun cevaplarını ararım. Felaket filmleri de asıl niyetlerini en kolay gösteren film türlerindendir. Her zaman seyircilerine eninde sonunda otoriteye karşı güven beslemeleri gerektiğini, güçlü bir lider örneğini de önlerine koyarak anlatırlar. Alt türü olan ‘çıldırmış bir hayvandan gelen terör’ filmleri de benzer telkinlerde bulunur. Özellikle de bu türün zirve filmi, 1975 yapımı “Jaws”da bu telkin kahraman şerif temasıyla iyice belirgin hale getirilmiştir. “Meg: Derinlerdeki Dehşet”te de tarih öncesinden, bir şekilde hayatta kalabilmiş dev bir köpekbalığının yarattığı terörü izliyoruz en nihayetinde. Ancak “Jaws”tan başlayarak bütün köpekbalığı filmlerinin takip ettiği her türlü klişeyi içinde barındırıyor film. Bencil, kapitalist bir zengin iş adamı, son anda kurtulan bir köpek, en başta kuşku duyulan ama giderek güçlenen bir kahraman, tehlikenin göbeğinde olan bir çocuk vs. Elbette en belirgin olanı biz bu sefer en büyüğünü yapalım telaşıyla üretilmiş dev köpekbalığının yarattığı aksiyon ve gerilim... Çin denizindeki bilimsel laboratuvarda kendisini gösteren bu tehdite karşı birbiriyle tamamen farklı dallarda çalışan ve çoğu birbirinle ilk kez bir araya gelen bir avuç kahraman köpekbalığı avlamaya çıkıyorlar. Bundan sonrası teknik bir gösteri. Ama sırf gerilim yaratmak uğruna ve sounda çok feci bir şekilde öldürülmeyi haketmesi (!) için, o dev köpekbalığını çoluk çocukla dolu sığ bir koya sokmak da hayvan haklarının bu kadar hassas olduğu bir dönemde pek yakışık almıyor sanki. Denge kurmak adına bazı kötü balıkçılara da derslerini vermiş gibi göstermeleri ise biraz zorlama kalmış doğrusu. Yine de “Meg” belli oranda amacına ulaşan, seyircisini heyecanlandıran sahneler barındıran bir film. Bunun dışında bir şey aramıyorsanız tam bir ‘seyret ve unut’ filmi. EVDE İZLEMEK İÇİN TOMB RAIDER Video oyunu Tomb Raider’da, çifte silah taşıyan dişi bir Indiana Jones olarak tasarlanmış olan Lara Croft’un fiziği de abartılı bir cinsel cazibeyle oluşturulmuştu. İri göğüsleri, her daim kısacık şortlarıyla öne çıkan uzun ve biçimli bacaklarıyla sanki Angelina Jolie’nin en formda olduğu zamanlardaki hali model alınmış gibiydi. Zaten 2001’de ilk beyazperde uyarlamasında da Jolie yüksek bir ücretle ikna edilmişti. Gerçi ortaya hikayesiyle kimseyi tatmin etmeyen de bir film çıkmıştı. 2018’in Lara Croft’unu oluştururken farklı bir yöntem denediler. Vücuduyla değil kişiliğiyle öne çıkacak bir kadın maceracı olmalıydı yeni Croft. Ama yetenekli bir oyuncu olsa da bu tip bir aksiyon içinde pek de uygun durmayacağını düşündüğümüz Alicia Vikander, gerçekten olmamış. Burada bütün suç kendisinde de değil aslında. Sonuçta tıpkı 2001’deki uyarlaması gibi senaryo yine bomboş. Aynı hataya yine düşülmüş, oyunun ilk bölümüne sadık kalalım diye yine gizemli bir araştırma yaparken kaybolan babasını arayan kız hikayesine girmek zorunda kalmışlar. Yine de Lara Croft’u filmin başında meteliksiz ve bisiklet kuryesi olarak göstermek ümit verici bir başlangıçtı. Boş zamanlarında boks antrenmanları yapıyor, ateşli silah kullanmıyor, süper seksi bir kız da değil üstelik! Ama sıra babasını aramaya başlamaya gelince ikna problemleri, rastlantılar ve klişeler, taklit sahneler üstüste yığılmaya başlıyor... Alicia Vikander’in yeni Lara Croft olacağı ilk duyurulduğu zamandan beri konuşulan ‘meme ölçüsü’ konusu bu filmde en son konuşulacak şey olmalı. Zaten Vikander de filmde farklı bir amaçla da olsa tam iki kere şu cümleyi kuruyor “Ben o türden bir Croft değilim!” Alt tarafı basit bir video oyunu senaryosunu ya tümüyle şakaya vurup çılgın bir aksiyona çevirmelisiniz ya da hikayede ciddi değişiklikler yapıp dramını yükseltmelisiniz. Oysa karşımızdaki film bu ikisinden birini seçememiş. Normalde bu pek de parlak olmayan filmin devam etmesi pek mümkün olmaz ama yine de finalde Lara Croft’u meşhur silahlarıyla buluşturuyorlar. Demek kısa şortunu da sonraki filme saklamışlar. Ama bakalım sonrası gelecek mi? ÇOCUKLARLA İZLEMEK İÇİN EVİM Home “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin” filmlerinin yapım stüdyosu Dreamworks’un filmi “Evim”, bir uzaylı istilasını konu alan sempatik bir animasyon. Kötücül bir düşmandan kaçmak için gezegen değiştirmeye karar veren ve yeni evleri için dünyayı seçen Buf’lar, sinema tarihinin belki de en hızlı ve komik istilasını gerçekleştirirler. Bütün insanları tıkış tıkış Avustralya’ya yerleştirip dünyanın geri kalanında kendilerine yer açarlar. Ancak içlerinden biri, genellikle diğerleri tarafından dışlanan ve fazla coşkulu bir yapıya sahip olan Of, iyi niyetle yaptığı bir dizi hata yüzünden Buf’ların yerini belli edince kaçak durumuna düşer. Yolları kesişen ve Avustralya’ya annesiyle beraber taşınamamış, evinde unutulmuş küçük kız Lüle ile beraber bir maceraya atılırlar. Açıkçası yarısına kadar bazı parlak fikirler ve espri malzemeleriyle daha iyi başlamışken, sonrasında yavaş yavaş animasyon film klişelerine teslim olan bir film “Evim”. Ama rengarenk, hareketli sahneleri ve de sevimli kahramanlarıyla sıkmadan izletiyor kendisini. Özellikle 5-9 yaş arası çocukların çok eğlenecekleri ama anne-babaları için biraz fazla çocuksu gelebilecek bir animasyon olduğunu belirtmekte de fayda var... OKUMAK İÇİN DR. JEKYLL İLE BAY HYDE Robert Louis Stevenson “Hazine Adası”nın yazarı İskoçyalı Robert Louis Stevenson’un bu uzun öyküsü hacminden taşan büyük bir hikaye anlatır aslında. Victoria devri İngiltere’sinde geçen bu ‘iki ruhlu adam’ hikayesi aslında insanoğlunun içindeki karanlığa bakan çok iyi yazılmış gerilimli bir romandır. Hikaye bir avukat olan Bay Utterson’un şahit olduğu olaylardan oluşmakta. Toplumda saygın bir doktor olduğu bilinen Henry Jekyll, zaman zaman başka bir insana dönüşmüş gibi etrafındakilerini şok eden kötülükler yapan vicdansız bir adama dönüşmektedir. Bu dönüşüm onun fiziksel görünüşüne bile yansıyordur. Stevenson’ın romanı o kadar güçlüdür ki onlarca filme, diziye ve bilumum sanat eserlerine ilham kaynaklığı yapmıştır. Türkçeye pek çok kalıcı çeviri hediye eden Celal Üster’in önsözü, notları ve çevirisiyle İş Bankası Yayınları’ndan çıkan kitabın özellikle son bölümü çok etkileyici. Kötülüğün iyiliği nasıl yok ettiğini, kendini öne çıkarabildiğini bazen iyi olanı nasıl ezip geçtiğini çok iyi anlatıyor. İşte size bir alıntı: “Ürkütücü olan, bu çukurun dibindeki çamurun çığlıklar atıp sesler çıkarıyor olmasıydı; bu şekilsiz balçığın elini kolunu oynatıyor ve günah işliyor olmasıydı; bu ölü ve şekilden yoksun şeyin hayatın işlevlerini ele geçiriyor olmasıydı.” (İş Bankası Kültür Yayınları, 86 sayfa)