3 FİLM 1 KİTAP

  • 15 Jun 2017

BURAK GÖRAL’LA 3 FİLM 1 KİTAP



ROGUE ONE: BİR STAR WARS HİKAYESİ

Rogue One: A Star Wars Story
Yönetmen: Gareth Edwards
Oyuncular: Felicity Jones, Diego Luna, Ben Mendelsohn
134 dakika, 7+

İzlediğimiz ilk “Star Wars” filminin finalinde asiler tarafından yok edilen Ölüm Yıldızı’nın planlarının nasıl ele geçirildiğini anlatan bu ‘ara film’in sonu, bizi ‘yeni bir umut’a götürüyor gerçekten de. Orijinal üçlemedeki baba-oğul dramı bu sefer yerini, bir baba-kız dramına bırakmış. Zorla çalıştırılan mühendis Galen Erso’nun kızı Jyn Erso küçük bir ekiple birlikte büyük bir sorumluluğun altına giriyor. Görevleri Galen’ın mesajını takip ederek Ölüm Yıldızı’nın planlarını asilerin merkezine ulaştırabilmek.

“Rogue One” aynı jenerik ve müzikle açılmıyor belki ama Star Wars evrenindeki şimdilik yedi filmin arasına sorunsuzca yerleşebiliyor. Başlı başına izlendiğinde de heyecanlı bir operasyon filmi olarak kabul görebilecek bir yapıda kurulmuş hikayesiyle, çok da uğraşılmamış ve mizahi yönleri çok kısık tutulmuş olmalarına rağmen çabuk sevilebilecek karakterleriyle, eski filmleri hatırlatan kimi sürprizleriyle ve tabi ki Darth Vader’ın kısa ama etkili dahil oluşuyla “Rogue One” keyifle izlenen, trajik bir isyan öyküsü.

Son 40-45 dakikası da gerçekten heyecanlı. George Lucas’ın ‘üç farklı mekanda geçen paralel savaşlar’ kurgusunu yönetmen Gareth Edwards da aynen ve başarıyla uyguluyor mesela.

Karakterler tabi ki böyle bir filme göre yeterince işlenemiyorlar. Çünkü senaristler devasa bir evrenin içinde yer alacak tek filmlik bir malzemede karakter değil, olay odaklı çalışmayı tercih etmişler doğal olarak. Ama en azından Jyn Erso’yu diğerlerinden daha iyi tanımamıza olanak sağlamışlar. Yetenekli İngiliz oyuncu Felicity Jones da karakterine duygusal rötuşlar yapabilmiş. Zor şartlarda büyümüş bir kız çocuğunun abartısız bir karşılığı olabilmiş. Ama aynı şeyi eşlikçisi Cassian’ı canlandıran Diego Luna için söylemek zor. Luna biraz fazla düşük profilli kalıyor. Hikayeye neredeyse Han Solo gibi giriş yapması da yanıltıcı ve hatalı olmuş biraz.

MÜTTEFİK

Allied
Yönetmen: Robert Zemeckis
Oyuncular: Brad Pitt, Marion Cotillard, Jared Harris
124 dakika, 15+

1942 yılında Alman işgali sırasındaki Fas’a gizli bir görev için gelen Kanadalı casus Max Vatan ile Fransız direnişinden bir ajan olan Marianne adlı güzel bir kadınla görevleri süresince karı-koca rolü oynamak zorundadırlar. Ancak bu süre zarfında ikisi de birbirlerinden hoşlanırlar, görev sonrasında gerçekten de evlenmeye karar verirler. Bir sene sonra çift Londra’da küçük kızlarıyla birlikte yaşamaya başlamıştır, savaş hâlâ devam ediyordur ve bir gün Max Vatan’a sürpriz bir gizli görev verilir!

Zemeckis’in filmi sinemanın büyük üstadı Alfred Hitchcock’un romantik ajan gerilimlerini andırıyor en başta. Max ve Marianne arasındaki cinsel gerilim en çok da filmin ilk yarısında gösteriyor kendisini. Fas görevi sırasında çiftin arasında yaşananlar gerçekten ilgiyle izletiyor filmi. “Casablanca” gibi klasik Amerikan filmlerini çağrıştırıyor zaten filmin tamamı. İkinci yarısında ise başka türlü bir gerilim giriyor devreye. Bu kısımda senarist Steven Knight çiftin arasına dışardan bir ‘şüphe’ ekleyerek yeni bir gerilim yaratıyor. Zemeckis bu kısımda hikayeye biraz aksiyon katarak gerilim dozunu yükseltmeyi amaçlamış. Vatan’ın içinde bulunduğu karakola gelen alman askerleriyle girdiği çatışma sahnesinin iyi çekilmiş olduğunu kabul etsek de ‘yama’ gibi durduğunu da belirtmek gerek.

Yaş aldıkça kıvamı artan aktörlerden biri olan Brad Pitt ve yeteneği kadar güzelliğiyle de dört dörtlük bir kadın olan Marion Cotillard’ın kimyaları da çok tutmuş doğrusu. “Müttefik” belki bir “İngiliz Hasta” değil ama başından sonuna ilgiyle izlenen heyecanlı, romantik ve hüzünbaz bir aşk filmi yine de.

FLORENCE

Florence Foster Jenkins
Yönetmen: Stephen Frears
Oyuncular: Meryl Streep, Hugh Grant, Simon Helberg
111 dk.

Dünya tarihinin pek çok özel yeteneği, birbirinden iyi çekilmiş sinema filmlerinde konu edilmiştir. Yeteneksizliği ile tarihe geçmiş bir karakterden iyi bir film çıkarmak en başta çok da mümkün gözükmemektir haliyle. Ama iyi yapılmış birkaç örnek vardır. Bu film de onlardan biri.

Florence Foster Jenkins genç yaşta yaptığı yanlış evlilik yüzünden ömür boyu hasta yaşamak zorunda kalan, sanata ve müziğe aşık zengin bir kadındır. Çok aşık olduğu ama hastalığı yüzünden cinsel bir yakınlık kuramadığı kocası St. Clair ile 1940’ların New York’unda yaşamakta ve amatör olarak soprano eğitimi almaktadır. Hastalığı ve saf iyiliği karşısında kocası başta olmak üzere etrafındaki hiç kimse ona bu konuda bir yeteneği olmadığını söyleyememektedir. Florence dersler ilerledikçe plak kaydetmeye sonra da büyük bir konser vermeye karar verir. En başta kocası onun berbat sesi ve söyleme tekniğiyle kendisini rezil etmesini önlemeye çalışır. Engel olamayacağını anlayınca da olağanüstü bir destek hareketi başlatır.

Tecrübeli yönetmen Stephen Frears, filmin başlarında bu yaşanmış hikayeyi bir durum komedisi gibi algılamamıza neden olmasına rağmen bir yerden sonra öyle bir döndürüyor ki, değişik ve gerçekten de yüreklere dokunan bir aşk hikayesine dönüşüyor film. Florence’in kocası St. Clair ile yaşadığı ‘temassız’ aşk, St. Clair’in başka bir kadınla olmasına rağmen karısına duyduğu düşkünlük, onu sürekli mutlu tutma isteği ve tabi ki zengin olmasına rağmen pek çok şeyden mahrum yaşamak zorunda kalan iyi niyetli, sanatsever ve yaşı geçkin ama çocuksu Florence’ın içten içe yaşadığı dram gerçekten etkileyici. Büyük oyuncu Meryl Streep’in yine olağanüstü bir performansla canlandırdığı Florence ve Hugh Grant’ın samimiyetle hayat verdiği St. Clair karakterleri kendilerini izleyiciye sevdirmekte hiç zorlanmıyorlar. Florence’a ve kocası St. Clair’e bayılacaksınız!

***

AKVARYUM

Aquarium
David Vann
Can Yayınları, 256 sayfa

Bol ödüllü Amerikalı yazar David Vann, 2015 tarihli romanı “Akvaryum”da etkileyici bir anne-kız dramı sunuyor bize. 12 yaşındaki zeki bir kız olan Caitlin, Seattle’da rıhtım işçiliği yapan annesi Sheri’yle kıt kanaat geçinmektedir. Başka kimseleri yoktur ve Sheri çok zor şartlarda geçirdiği çocukluk ve gençlik travmalarını aşmakta zorlanmaktadır. Çünkü babası terkedince henüz 14 yaşındayken hasta annesiyle tek başına kalakalmıştır. Caitlin annesinin geçmişine dair pek bir şey bilmemektedir. Her gün okul çıkışında annesinin işte dönüşünü şehrin en büyük akvaryumunda balıkları gözlemleyerek beklemektedir. Caitlin izlediği haklarında bilgi edindiği balıklarla etrafındaki insanları karşılaştırır. Bir gün akvaryumda onunla çok ilgilenen esrarengiz bir yaşlı adamla tanışır.

Vann o kadar akıcı bir kurgu ve dille başlatıyor ki romanını, Caitlin’in peşine takılmamak, kendinizi onunla akvaryumda balıkları izlerken düşünmemek pek mümkün değil. Yaşlı adamın ortaya çıkışı okuyucu tedirgin bir yere doğru götürüyor seyirciyi. Adamın kimliği belli olduğunda ise sizi bir rahatlama beklemiyor yine de. Anne-babaların çocuklarında bıraktıkları travmalar üzerine cesur bir roman bu. Cesurluğu biraz da Caitlin’in sınıfındaki başka bir kızla yaşadığı gönül ilişkisinden de kaynaklanıyor. Ana hikayeye ne getiriyor, ne götürüyor tartışılır ama yine de hikayenin son virajı biraz fazla hızlı alınıyor gibi bir hisse kapılmanız da olası. Caitlin’i sevmemek, balıklarla insanlar arasında kurduğu benzerliklere de sempati duymamak zor. Bence çok rahat okunuyor “Akvaryum” ama rahatsız da ediyor aynı zamanda.

Yorum Yap

Yazarın Diğer İçerikleri

Av İle Avcı Dost Olunca
Predator: AVCI GÜÇLENDİ
Çocuklarla Süper Kahramanlık
Büyüyünce kaybettiğimiz şeyler
Tom Cruise ile nefes nefese
Abba ilacımız geldi!
“Zor Ölüm” taklidi bir gişe eğlencesi: Gökdelen
En küçük süper kahraman: Ant-Man
Yeter ki oyunsuz olmasın hayat!
Gelinlerin savaşı
Deadpool’da biraz ehlileşme var!
Kadınlar ve Elmaslar
Bu bir aşk hikayesi değil!
Dinazorlu felaket filmi
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
Bir çıkış yolu aramak…
Han Solo gençken daha mı ciddiymiş?
Makineleşen İnsan Mı; İnsanlaşan Makine Mi?
3 Film 3 Kitap
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU