“Zor Ölüm” taklidi bir gişe eğlencesi: Gökdelen

  • 13 Jul 2018

BURAK GÖRAL/KİOSKLA SİNEMADA İZLEMEK İÇİN GÖKDELEN Skyscraper



Eski bir özel harekatçı olan Will Sawyer elim bir vaka sonrasında bir ayağını kaybetmiş ama hayatının aşkıyla da tanışmıştır. 10 yıl sonra kendisini protez bacakla, karısı ve iki çocuğuyla birlikte yaşayan, hayata geçirdiği küçük güvenlik şirketiyle mutlu mesut yaşayan bir adam olarak görürüz. Eski bir mesai arkadaşı sayesinde Hong Kong’da çok yüksek bir teknolojiyle yapılmış dev bir gökdelenin güvenlik testini yapacaktır. Nasıl bir arkadaş kıyağıysa artık; bu dev gökdelenin koca güvenlik testini ekipsiz, tek başına alabilmiştir! Ama kendisi bina dışında, ailesi de gökdelende kendilerine tahsis edilmiş bir dairedeyken, silahlı bir grup gökdelenin orta katlarının birinde büyük bir yangın başlatır ve gökdelenin idaresini ele alır. Çünkü binanın sahibinden almak istedikleri gizli bir şey vardır. Will bu saldırıya dışarıdayken tanık olur ve elbette hemen gökdelene koşar. Polis de onun peşindedir.

Açıkçası Will’in olayın başlangıcında gökdelende olmaması, tek bacağını kaybetmiş olması ve polisten kaçarak olağanüstü koşullar altında gökdelene girmeye çalışması son derece dinamik sahnelerle gerçekleşmiş. Ancak binanın yakınındaki vince maymun gibi çabucak tırmanmasından itibaren olaylar biraz fazla absürtleşiip klişe bir kahramanlık hikayesine dönüşüyor. Doğrusu hikaye Will’in gökdelene girmesinden sonra heyecan ve merak duygusunu da giderek yitiriyor. Hong Kong polisi tümüyle seyirci konuma düşüyor. Silahlı çete yeterince güçlü ve karizmatik düşmanlara dönüşemiyorlar. İçerdeki yangın da bir tehlike unsuru olma konusunda yeterince işlenemiyor. Sadece botanik bahçesi katında yaşanan bir sahneyle yangın gerilimi geçiştiriliyor sanki. Her ne kadar heyecan yaratması beklenen kimi sahneler yaratılsa da gidişat o kadar bariz ki, hiçbir sürprizle karşılaşmayacağımız çok açık.

Zor Ölüm”de de elbette hikayenin ne tarafa evrileceği bir süre sonra tahmin ediliyordu  ancak mizah, etkili karakter tasarımları ve çok iyi çekilmiş sahnelerle seyir keyfi ve heyecan korunabiliyordu. “Gökdelen”in ise yönetmenlik ve hikaye anlamında eli çok zayıf kalmış. Çetenin ele geçirmeye çalıştığı ‘malzeme’ de güçlü olmayınca gözlerimizin önünden akan ama beynimizde pek de yer edinemeyen bir macera izlemiş oluyoruz.

“Gökdelen” elbette bir şekilde rahat izlenen bir yaz gişe filmi. Eğlendiriyor yer yer ama o kadar klişe ilerliyor ki hikaye, sonunda herhangi bir kalıcılık sağlayamıyor izleyenlerin zihninde…

EVDE İZLEMEK İÇİN

KIZIL SERÇE

Red Sparrow

Dominika Egorova adlı bir Rus balerin, kendisine çocukluğundan beri aşık Rus istihbarat görevlisi amcası tarafından biraz da zorlanarak ajanlık eğitimine tabi tutulur. Ama bu eğitim adayların silah olarak daha çok cinsel cazibelerini kullanmalarını temel alan bir eğitimdir. Dominika sadece üç ay bu eğitimi alır. Sonra hem Rus hem de ABD istihbaratlarını şaşkına çevirecek, oyunlardan oyunlara düşürecek tehlikeli numaralar yapar!

Hikaye uyarlandığı romandaki gibi belki de kağıt üzerinde ilginç duruyor ama öyle bir senaryolaştırılmış ki tek bir sahnesinde bile olanlara sizi inandıramıyor. Mesela Dominika’nın amcası tarafından zorlanan ilk operasyonundaki işlevi o kadar derme çatma ki… Sadece iki koruması olan bir adamı saf dışı etmek için güzel bir kadınla dikkatini çekmek mi gerekiyor? Rus istihbaratında bu işlevi görecek bir kadın bulamıyorlar da, niye ajanlık deneyimi olmayan eski bir balerini denemek zorunda kalıyorlar? Bir adamı otel odasına sokmak dışında bir işlev göremeyen Dominika’yı ‘potansiyeli var’ diye soktukları eğitimin gösterildiği sahneler de çok yapay ve zorlama. O sahnelerde bize gösterilen ve hikayede kalıcı olacaklarını düşündüren birkaç karakter sonra bir anda kayboluyorlar! Dominika’da da artık nasıl büyük bir gelişme görüp, esas görev olarak karizmatik bir Amerikalı ajanın karşısına sürüyorlar hemen ve bir Rus köstebeğin kimliğini öğrenmesini istiyorlar. Hikayenin buraları da sık sık aksıyor. Dominika’nın kafasında dönen tilkileri seyirci hiçbir yerinden yakalayamıyor. Karaktere de tutunamayınca, zaten sebep-sonuç ilişkileri zayıf bağlarla kurulu olay örgüsüyle ilerleyen yapay bir gerilimin peşine takılmamız bekleniyor. Mesela bir sahnede Amerikalılar için çok önemli bir muhbir çok saçma bir gerekçeyle elden kaçırılıyor ki Dominika’nın hayatı tehlikeye girsin. Ayrıca filmin ana merak unsuru köstebek de sadece ‘böyle olsun işte’ diyerek yapılmış gibi, motivasyonu tam kurulmamış bir şekilde ortaya çıkarıyor kendini.

Politik alt metin olarak da Rusya’yı epey bir çirkin, ruhsuz ve insani hiçbir değer barındırmayan bir ülke olarak gösteren eski moda bir Amerikan yapımı “Kızıl Serçe”. Hatta Matthias Schonaerts’ı Putin’e benzetmek de tüy kondurmuş! Soğuk savaş zamanında da böyle filmler çıkardı karşımıza ama en azından hikayeleri daha tutarlıydı ve hatta aralarında ikna edici olanları dahi vardı. “Kızıl Serçe” için ‘en azından şık çekilmiş bazı aksiyon sahneleri barındırıyor’ da diyemiyoruz, çünkü o da yok!

1990 yapımı Luc Besson filmi “La Femme Nikita”ya benzetmelerine de kanmamak lazım. “Nikita”nın da hikayesinde ikna problemleri ve boşluk duygusu yaratan sahneleri vardı ama en azından seyri çok keyifli, stilize bir filmdi.

 

ÇOCUKLARLA İZLEMEK İÇİN

BAMBİ

Avustralyalı yazar Felix Salten’ın romanından uyarlanan, Disney’in tarihindeki beşinci uzun metrajlı animasyon klasiğidir 1942 yağımı “Bambi”…

Ormanda annesinin biriciği olarak doğan minik ceylan Bambi, babasından uzakta büyür bir süre. Kendisine küçük prens diyen orman ahalisinden bazı küçük dostlar edinir. Thumber adlı minik tavşan, Bambi’nin ona “Flower” ismini taktığı yavru kokarca ve dişi ceylan Faline… Annesi küçük Bambi’ye hayatta kalma dersleri verir. Bambi’nin annesi o daha henüz küçükken avcılar tarafından vurulunca Bambi’nin rüya gibi başlayan hayatı sekteye uğrar… (Sinema tarihinin en üzücü sahnelerinden biridir Bambi’nin annesiz kaldığı sahne). Artık onu  babası ‘Ormanın Yüce Prensi’ ve bilge baykuş eğitecektir. Aradan yıllar geçtiğinde Bambi’nin Faline’le olan aşkı ve kendi ailesini kurma çabalarına şahit olacağızdır.

Ortalıkta çok az animasyon filmin olduğu bir dönemde olduğunu düşününce “Bambi”nin izleyicisini ne kadar etkilediğini tahayyül edebilmek mümkün. Şimdi bile kendinizi kaptırıp izlediğinizde duygulanmamanız neredeyse imkansız. Çünkü Bambi’nin yaşam çizgisi insanlarınkiyle doğal olarak büyük bir benzerlik taşımakta. Onun yaşamla olan mücadelesi, annesini öldüren ve kendisi için de hep bir tehdit oluşturan kötü insandan (avcı) uzak kalmaya çalışması kısaca bizim hayatımızı da özetlemiyor mu?

Ormanda dostlarıyla el bebek gül bebek büyüyen ve bunun hep böyle gideceğini düşünen küçük ceylanın hayatın zorluklarıyla baş etmeyi öğrenmesi son derece etkili bir sinematografiyle sunuluyor.

“Bambi” büyümenin anlamını merak eden her çocuğun (5+) ilgisini çekecek görkemli ve sıcacık bir yaşam dersi… Eğer duygusal bir zamanınızda izlerseniz de hâlâ sizi ağlatabilecek güçte bir film

 

 

 

 

 

 

 

 

 

OKUMAK İÇİN

SİNEMADA AĞLARKEN

John Manderino

Amerikalı yazar John Manderino aslında bir yazar eğitmeni. Beş tane de romanı var. Ayrıca sahnelenmiş oyunları da bulunmakta. “Sinemada Ağlarken” onun tiyatroya da uyarladığı kendi anılarından oluşturduğu bir roman aslında. Bir yanıyla sinema sanatına yazılmış bir aşk mektubu, bir yanıyla da film sahneleri üzerinden gerçekliğe atılmış bir çentik, muzip bir zihin oyunu…

John Manderino, hayatını izlediği filmler üzerinden anlattığı bu kitabında, sinema âleminde bir zaman yolculuğuna çıkıyor. Hitchcock’tan Scorsese’ye, John Wayne’den Debbie Reynolds’a, Batı Yakası’nın Hikâyesi’nden Fargo’ya geniş bir panorama eşliğinde hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçerken, okuru da art arda çevirdiği sayfalarda kendi geçmişinde kaybolmaya, yaşamöyküsünü özetleyen filmleri sıralamaya davet ediyor.

“Daha fazla dayanamadım. Ağlamaya başladım. Görmek istemiyordum. Sarah Teyze beni lobiye çıkardı. Dışarısı sakindi. Yerler kıpkırmızı halılarla kaplıydı. Teyzem beni kadife bir sıraya oturttuktan sonra satış reyonuna gitti, elinde bir kutu patlamış mısırla döndü. Beni yatıştırmaya çalıştı.” (Can Yayınları, 176 sayfa)

 

Yorum Yap

Yazarın Diğer İçerikleri

3 FİLM 1 KİTAP
3 FİLM 1 KİTAP
3 FİLM 1 KİTAP
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 Film 3 Kitap
3 FİLM 3 KİTAP
3 Film 3 Kitap