Türkiye'nin ilk öykü app'si: Trendeki Yabancı

Trendeki Yabancı, basılmayan, gazeteci ve kitapçılarda bulunmayan ama her ay yayımlanan bir öykü dergisi. Can Yayınları'nın yeni mobil uygulaması Trendeki Yabancı online mağazalarda.

  • 25-09-2019 10:45


Trendeki Yabancı her ay farklı bir konu üzerine yazılmış öykülerden oluşan ve gelecek dönemde interaktif öyküler gibi farklı denemelerle öykü sever hedef kitlesini şaşırtmayı amaçlıyor. 

Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Cem Akaş ve Can Yayınları Editörü / Trendeki Yabancı Genel Yayın Yönetmeni Selim Bektaş, MediaCat'ten Arzu Nilay Kocasu ile buluştu. Ortaya bu söyleşi çıktı:

Trendeki Yabancı’da yer alacak öyküleri hangi kıstaslara göre belirliyorsunuz?

Cem Akaş: Temel kıstasımız şu; öykülerin iyi olmasını istiyoruz. Ama iyi öykünün de kendine göre farklı biçimleri var. Trendeki Yabancı için projenin de ismine ilham olan bir çıkış noktasına sahibiz. Bir trende gidiyorsunuz, yanınıza biri oturup bir süre sonra bir şeyler anlatmaya başlıyor ve siz de onu merakla dinliyorsunuz. Merakla dinletecek hikâye nedir? Buna edebiyatta tahkiye deniyor. Hikâye anlatan öykü… Biz de başından sonuna kadar kendisini merakla dinletecek türden öyküleri toplamak istedik buraya. Yazar arkadaşlarımıza da daha ziyade bu yönde bir şeyler yollayabilirlerse daha çok makbule geçeceğini söyledik. Yayımlanan öykülerin büyük bir kısmı da zaten bu tarzda yazılmış öyküler.

Öykü dergiciliği söz konusu olduğunda ne tür öyküler yayımlamak istediğinizi önceden belirlemeniz gerekiyor gibi geliyor bana. Yabancı dergilere baktığınızda da bunun önceden tanımlı olduğunu görürsünüz. New Yorker’da çıkan öykünün nasıl bir öykü olduğu bellidir; oraya bir öykü gönderecekseniz ne tür öyküler yayımladıklarını ve neye uymanız gerektiğini bilirsiniz. Paris Review’da başka tür öyküler çıkar… Hepsinin öykü tarzı bellidir. Biz de kendimizinkini tanımlayıp “biz böyle öyküler yayımlıyoruz” diyebileceğimiz bir şey istiyoruz aslında.

Trendeki Yabancı’yla okurlara iyi öykünün ötesinde ne vadediyorsunuz?

Selim Bektaş: Dijital dünyanın getirdiği bütün olanakları kullanmak istiyoruz. Matbuda ya da PDF formatında yapamadığımız şeyleri html’de yapabiliyoruz çünkü elimizde böyle bir imkân var. İnteraktif kullanımı şu an zaten film endüstrisinde web tabanlı bazı sitelerde görüyoruz. Oyunlaştırma dediğimiz şey tüm web’de var. Bunu edebiyata veya öyküye de uyarlayabileceğimizi düşünüyoruz –ki bunun uygulamaları var zaten. Türkiye’de çok fazla yok ama yurtdışında “electronic literature” [elektronik edebiyat] diye tabir ettiğimiz oluşumlar var. İlerleyen zamanlarda buna da proje temelli olacak şekilde yer vereceğiz.

Uygulamayı herhangi bir bedel ödemeksizin indirebilirsiniz. Öykülerin yaklaşık dörtte birini ücret vermeden okuyabilirsiniz, tamamını okumak için abone olmanız gerekiyor. Trendeki Yabancı, herkes okuyabilsin diye çok ucuz; yıllık abone olursanız çok daha ucuz. Tüm dünyada okunabiliyor –ki bu, yurtdışında yaşayan okurlar için çok önemli. Dağıtım sorunu yok, kitabevine geldi gelmedi sorunu yok, herhangi bir sayısını kaçırma gibi bir derdiniz yok, her ay cebinize geliyor. Aynı zamanda okuma deneyiminizi kendi isteğinize göre şekillendirebileceğiniz gece modu, font ve punto ayarlarını yapabilir, Trendeki Yabancı’yı kişiselleştirebilirsiniz. beğendiğiniz cümlelerin altını çizip listeleyebilirsiniz.

Dünya dijitalleşiyor ve edebiyat da buna ayak uydurmalı, evet, dijital projeler söz konusu olduğunda duymaya alışkın olduğumuz bir retorik bu. Ancak bunun ötesinde, sizi yayıncı olarak böyle bir projeye girişmeye iten motivasyon nedir, Trendeki Yabancı’dan ne gibi bir beklentiniz var?

CA: Bunun pek çok sebebi var esasında. Bir yanda, dediğiniz gibi, teknoloji ile edebiyatı en iyi nasıl birleştirebiliriz sorusuna cevap verme isteği var. Normalde yayıncılar biraz daha muhafazakârdır, öyle çok teknolojiyle iş yapmak istemezler. Ama dünya artık öyle bir dünya değil, insanlar öyle insanlar değiller; herkes teknolojiye çok meraklı. Dolayısıyla teknoloji ile edebiyatı birleştirmenin bir yolunu bulmak gerekiyor.

Ben cep telefonu kullanmıyorum. Ama kendi arkadaş çevremde de, 12 yaşındaki oğlumun arkadaş çevresinde de gözlemlediğim bir durum var: Ufak bir sessizlik olduğunda, masada 10 kişi bile olsa, bir aşamada herkes telefondan bir şeyler bakmaya başlıyor, herkesin kafası öne eğiliyor. Bu bir yandan garip bir şey ama öte yandan, bende şöyle garip bir fanteziye neden oluyor: Kafasını telefonuna gömenlerden biri tam o sırada, Trendeki Yabancı’da yarım bıraktığı öyküsünü bitirmek istese nasıl olur?

Cep telefonu günlük hayatımızda çok kullandığımız bir teknoloji ama bu telefonları esasında konuşmaktan çok okumak için kullanıyoruz. Metnin mecrasını değiştirmiş oluyorsunuz ama o metne duyulan açlık bir şekilde artıyor. Hatta insanlar telefonları çaldığında “Bu adam neden mesaj atmadı da arıyor?” diye paniğe kapılabiliyorlar. Telefondan metin okumak bir içgüdü haline gelmek üzere. Biz yayıncı olarak bunu neden kullanmayalım, zaten metin okutmaya çalışıyoruz… Her gün her dakika insanın elinde olan bir ekran da var, ne güzel işte.

Yola biraz bu meydan okumayla çıktık diyelim, buradan nitelikli edebiyat için yeni bir kulvar açıp açamayacağımızı görmek istedik. Bu nihayetinde bizi de büyütebilecek bir şey; farklı öykü türleri, farklı sunum türleri, teknolojiyi farklı kullanma biçimleri… Tüm bunlar ekip olarak bizi çok heyecanlandırıyor. Biz de bilmediğimiz bir şey yapıyoruz esasında, o yüzden de öğreniyoruz. Her dergi çıkardığınızda okurla iletişime girersiniz aslında ama burada söz konusu olan iletişim çok farklı. Sosyal medyadan hemen cevap geliyor, tepki geliyor; bu da bizim alışkın olmadığımız bir tempo. Dolayısıyla beraberinde çok büyük bir canlılık getiriyor. İşte yola biraz bunun için çıktık aslında, biraz da başkalarını böyle inisiyatifler almaya iteriz de ortam şenlenir diye.

Türkiye’de okurların öyküyle arası nasıl? Öykü derlemelerinin satışı romanlara kıyasla ne durumda?

CA: Bence bu da moda alanında olduğu gibi biraz. Son bir iki yılda öyküde bir canlanma olduğu görülüyor, daha çok öykü kitabı çıktı. Türk yayıncılığı için konuşacak olursam, genel itibarıyla satışların da fena gitmediğini söyleyebilirim. Ama bu artık roman okunmadığı gibi bir sonuca varmamızı sağlayabilecek bir veri değil. Üç yıl sonra roman yine daha çok okunmaya başlayabilir. Öyküde bir canlanma olduğunu görüyoruz ama bunun ne kadarı okur talebinden ne kadarı yazarların bu yönde ilerleyip bu türde iyi kitaplar çıkarmış olmalarından kaynaklanıyor kestirmek zor.

Öte yandan bizde çok kuvvetli bir öykücülük damarı hep olageldi. Yani romandan önce öykü yazıldı bizde. Romanın da tefrika versiyonu yani öyküleştirilmiş versiyonu, gazetelerde parça parça yayımlanmış versiyonu çok tuttu. Ben kendi çocukluğumdan bile hatırlıyorum gazetelerde tefrika halde metinlerin yayımlandığını. Dolayısıyla okuyucunun sevdiği bir tür, çok dışlandığını söyleyemem. Bir ara krizde olduğu düşünülüyordu, daha az öykü kitabı çıkıyordu, daha az öykü satılıyordu ama galiba o geçti.

İnsanlar kalın kitaplara eskiye kıyasla daha az rağbet ediyor olabilirler mi?

SB: Bu durumun biraz da Z Kuşağı dediğimiz yeni nesille ve hızlı tüketimle ilgili olabileceğini düşünüyorum. İnsanlar hemen, hızla bir sonrakine geçmek istiyorlar. Hatta bir yazarın ince ince birkaç kitabını alıyor, kalın kitapları yerine ince olanlarını tercih ediyorlar.

CA: Sadece metinlerde değil, videolarda da geçerli bu durum. Videoların da süreleri gittikçe kısalmak zorunda kalıyor. İnsanların yarım saat video seyretmeye tahammülleri yok, bir buçuk dakikada anlatıp geçsin istiyorlar. Dolayısıyla o da öykünün avantajına çalışan bir şey. Kısa kısa tüketebileceğin şeyler daha popüler olabiliyor ama bir yandan da bu bence okurdan okura farklılaşan bir durum çünkü uzun kitaplar da çok iyi satıyor. Bütün uzun kitaplar iyi satmıyor ama iyi satanların arasında çok uzun kitaplar da var. Çok moda olan kitaplar da var.

Amerika’da yapılan bir araştırma belki bu konuda bize bir fikir verebilir. Araştırmaya göre Amerika’da okur sayısı azalıyor fakat okurun okuduğu kitap sayısı artıyor. Dolayısıyla toplamda satılan kitap sayısı değişmiyor ya da ufak bir artış gösteriyor. Bu uzun kitap – kısa kitap hikâyesi de biraz öyle olabilir, yani uzun kitaplar daha az satmıyor ama onu okuyan insanlar azalıyor; öte yandan bu kitapları okuyan insanların okudukları uzun kitabın sayısı artıyor. Özetle toplamda böyle bir okur kitlesi var bence, uzun kitap tercih eden insanlar var ve kısa kitaba, tam tersine, aşağılayarak bakan; “Nasıl yani 300 sayfadan aşağı kitap mı olur?” diyen insanlar da var, ben tanıyorum.

Bir yanda yeterince ve nitelikli okumamakla eleştirilen bir halk, diğer yanda yeni mecralar ve hizmetlerle artan bir yazar popülasyonu… İçinde bulunduğumuz dönemi edebi bağlamda nasıl yorumlarsınız?

CA: Bence tam olması gerektiği gibi. Genel yazar havuzuna ve yazılan metin havuzuna baktığımızda böyle bir kırılım mecburen olacak. Daha yüksek kültür diyebileceğimiz ürünler olacak; daha popüler – orta ürünler olacak; bir de artık sokakta satılabilecek düzeyde, okur yazar olmayan insanların bile alıp bakmak isteyecekleri türde kitaplar olacak.

Bu tür bir yelpaze zaten tüm ülkelerde var, çok da normal. Nitelikli, çok iyi yazılmış, edebiyat anlamında yeni ufuklar açan metinlerin tüm okur kitlesi tarafından okunması diye bir şey zaten söz konusu olamaz yani hiçbir yerde yok öyle bir şey. Aksi türlüsü en seçkin eğitimin bütün nüfusa aktarılabilmiş olmasını, en seçkin beynin bütün nüfusa benimsetilmiş olmasını gerektirir –ki öyle bir şey yok zaten.

Edimin kendisi ile edim hakkında edilen söz birbirinden çok farklı şeylerdir.

Geçtiğimiz aylarda pedofil bir karakterin yer aldığı bir kitap üzerinden hayli hararetli bir sansür tartışması yaşandı sosyal medyada. Siz edebiyatta sansür tartışmalarının neresinde duruyorsunuz, elinize böyle bir metin gelse yayımlar mısınız?

CA: Tartışılan metin özelinde söylemek istemiyorum ama sonuçta edebiyat alanı dediğimiz şey biraz daha serbest kalması gereken bir alan. Şu farkı hiç unutmamak lazım; edimin kendisi ile edim hakkında edilen söz birbirinden çok farklı şeylerdir. Yani düşünce suçu diye bir şey esasında olmamalı. Nefret uyandırıcı, şiddete yöneltici söylem ve yazıları ayrı tutmak lazım, buna katılıyorum ama bir suçlunun gözümden bir suçu anlatmak ile bir suçu övmek ve insanları o suça yönlendirmek apayrı şeyler esasında.

İnsanlar çocuk tacizi hakkında, çocuk tacizcisinin gözünden bir metin okuduklarında elbette irkiliyolar, infial duyabiliyorlar ama bir yandan da bu iyi bir şey, yani onun infialini hâlâ duyabiliyor olmamız ve bir metnin bizde infial yaratıyor olması bence çok iyi bir şey. Yoksa iyice körelmiş ve kabuk bağlamış hale geleceğiz. Bunu canlı tutabilmek bence edebiyatın çok büyük bir gücü ve o gücü öldürmemek lazım. Gazetede haberi okumak ile edebiyatı okumak çok farklı şeyler, birisinin tacizi yapmasıyla o taciz hakkında bir metin okumak da çok farklı.

Bu bağlamda editöre nasıl bir iş düşüyor, bir müdahale olmalı mı?

SB: Cem Bey’e ben de katılıyorum, serbest olabilmeli ama ülkenin mevcut durumda herhangi bir şey toplumsal lince dönüşebiliyor, onu da düşünmemiz gerekiyor bir noktada.

Edebiyat ve yayıncılığın elbette bir de ekonomik boyutu var. Mevcut sistemde küçük yayınevlerine ne kadar şans veriyorsunuz?

CA: Şu ara çok zor. Yani son birkaç yıldır çok zor. Kapanan çok yayınevi oldu. Küçük yayınevlerinin durumu hakikaten çok zor. Çoğu arkadaşımız olan o insanlar bu işi gönüllü olarak, kendi sevdikleri kitapları paylaşmak ve ufak bir çarkı döndürmek için yapıyorlar ama o çark şu anda gerçekten çok zor dönüyor çünkü sistemin bütün ödeme dengeleri altüst olmuş durumda. Zaten hiçbir zaman doğru dürüst işlemiyordu ama artık iyice kötü. Sattığı kitabın parasını bir yılda alamazsa yeni kitap basması imkânsız, bir yerde çöküyor sistem dolayısıyla.

Büyük yayınevlerinin başka problemleri var, küçük yayınevlerinin de böyle bir problemi var. Bu yayınevlerinin o ufacık çarkı döndürmesine, kendi kendisini ayakta tutmasına müsaade etmeyecek kadar kötü şu anda sistem maalesef. Biz onları çok görmüyoruz, yeni kitapları raflarda görünce “Aa yeni yayınevi çıkmış” diyoruz ama yok olduklarını yıllar sonra fark ediyoruz. Maalesef öyle bir mezarlık var, bir yayıncı mezarlığı.

 

 

Yorum Yap