Bu bir aşk hikayesi değil!

  • 11 Jun 2018

SİNEMADA İZLEMEK İÇİN AŞKIN GÖREN GÖZLERE İHTİYACI YOK



Onur Ünlü ilk filmi “Polis”ten itibaren sinemamızda heyecan yaratan bir yönetmen oldu. Her çektiği filmle seyircilerini yarattığı ilginç karakterlerin sürprizlerle dolu dünyalarına çekti. Türk sinema tarihinde en fazla Metin Erksan ve Atıf Yılmaz’ın kimi filmlerinde denediği ve seyirciyi kaçırmaktan korkmadığı numaraları, istediği her iyi oyuncuyla da çalışarak cesurca yapan yönetmen, geçen yılki Adana Film Festivali’nden ‘en iyi yönetmen’ ve ‘en iyi film’ dahil toplam dört ödülle dönen filmi “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”ta giderek görme yetisini yitiren bir polis dedektifinin hikayesini anlatıyor.

Otuzlu yaşlarında bir cinayet masası dedektifi olan Salim gözlerindeki rahatsızlıkla ilgili tedavi olsa da bir süre sonra kör olacağı haberini almıştır. Zaten eski karısıyla ve küçük kızıyla da iletişim problemleri vardır. Evinde ölü bulunan zengin bir adamın vakasıyla da ilgilenmek zorundayken ölen adamın esrarengiz karısı Handan’dan etkilenir. Handan da kör bir piyanisttir üstelik! Salim esrarengiz bir çekiciliği olan Handan’ın etkisi altına girdikten sonra hastalığının da etkisiyle giderek dengesini yitirir. Katil zanlısının kör karısıyla tanışması onu giderek daha da kronik olayların içine atar. Olaylar ilerledikçe Salim’in körlüğü de ilerler. Ya da Salim’in hastalığından dolayı değil de onun Handan’a duyduğu karşılıksız aşkı ve kafasının karışıklığı sayesinde artan duygusal körlüğü her şeyi daha da karıştırır…

Özellikle Fatih Artman ve Demet Evgar’ın çok iyi performanslarının da etkisiyle, Ünlü’nün zaman zaman hınzırlaşan senaryosu yer yer parlıyor. Ama yine de bu hikaye daha geleneksel bir yapıda inşa edilseydi daha çekici olabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan.

Bununla birlikte özünde amaçladığı fikri söylüyor film. Adına bakarak bir aşk filmi olduğu fikrine kapılmayın sakın, bakmak ile görmek arasındaki farka yoğunlaşıyor aslında yönetmen. Sadece aşkı değil hakikatleri anlamanın da sadece gören gözlere ihtiyacı yok. Mühim olan idrak yeteneğini çalıştırmak ve sadece gözlerle değil bütün duyu organlarınla birlikte “görebilmek”…

EVDE İZLEMEK İÇİN

SEVGİSİZ/LOVELESS

Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, bir kez daha çağdaş Rus toplumundan yola çıkarak bize insan denen canlının geldiği bencillik çağının profilini çıkarıyor. Yine çok etkileyici bir sinema diliyle üstelik.

Film boşanmanın eşiğindeki bir karı kocanın yaşadığı büyük bir kayıp vakasını anlatıyor. Zhenya ve kocası Boris’in evlilikleri dağılmıştır. İkisinin de başkalarıyla ilişkileri vardır. Birbirleriyle olan iletişimleri çok bozulmuş ve artık birbirlerine tahammül edemez hale gelmişlerdir. 12 yaşındaki oğulları Alyosha’yla hiç ilgilenmemektedirler. Zavallı çocuk dağılan ailesi için çok üzülmektedir ve tek başınadır. Bir gün evden çıkar ve gider. Kayıp olduğu çok sonra anlaşılır. Sivil toplum örgütleri ve polis dört bir yandan Alyosha’yı aramaya başlarlar. Acaba Alyosha kendi mi kaçmıştır, yoksa kaçırılmış mıdır? Zhenya ve Boris’in,  paniklemiş gibi gözükmelerine rağmen, pek de çocuğu kaybolmuş anne-baba gibi olmamalarının bir sebebi vardır. Çünkü onlar zaten sevgisiz büyümüş ve kendi bencillikleri içinde kaybolmuşlardır. Zhenya’nın güzellik uzmanına söylediği gibi, zaten oğlu daha doğumundan itibaren canını çok acıtmıştır. Hem kendi annesinden de bir sevgi kırıntısı görememiştir. Kocasıyla da sevgi temelli bir evlilik yapmamıştır. Sevgi görmeyenler başkasına da sevgi gösteremezler.

Yönetmenin serinkanlı kamerası, bu trajik hikayeli filmi bizim de belli bir mesafeden izlememizi sağlıyor. Ama bu durum yine de Alyosha’nın yalnızlığına üzülmemize engel değil. Etkileyici sahneler ve yönetmenin her zamanki gibi çok sağlam kurduğu atmosfer bizi filme bağlıyor. Alyosha’yı canhıraş bir şekilde arayanların da otomatikleşmiş halleri oldukça düşündürücü. Suç tamamen Zhenya ve Boris’te değildir aslında. Teknolojinin sosyal hayatımız içinde geldiği nokta, iş dünyası, bürokrasi, siyaset, kısacası modern hayatı çepeçevre saran ‘sistem’ insanı duygusuzluğa ve giderek bencilliğe sürüklemektedir.

Elbette “Sevgisiz” hikayesi ve mesajıyla çok anlamlı bir film. Ancak yine de yönetmenin bu hikayenin evrenini oluştururken distopik görünme tuzağına düşmemek için Alyosha’nın arandığı sahneleri biraz fazla uzun tutması bazı seyircileri yorabilir. Ama yönetmenin, bu fonksiyonunu kaybetmiş aile üzerinden bilim-kurgu öğeleri kurmadan ikna edici bir ‘duyarsız’ toplum inşa etmesi de hiç kolay değil. Zvyagintsev bu uzun planları en çok bunun için kullanıyor, yabancılaştırıcı bir etki olmasın diye, arama sürecini ‘olabildiğince’ gerçek zamana yaklaştırarak belgesel gerçekçiliğine yaklaşıyor.

 

ÇOCUKLARLA İZLEMEK İÇİN

JUMANJI: VAHŞİ ORMAN

Yüzyılı aşkın biri süredir el değiştiren bir kutu oyunu 1969 yılında Alan adlı bir çocuk tarafından bulunup oynanır. Ancak bu oyun sihirlidir ve Alan ilkel bir Afrika kabilesinin rehinesi olarak oyunun içinde sıkışıp kalır. 26 yıl sonra oyunu ele geçiren iki yetim kardeş bu dünyayı keşfeder. Artık bir yetişkin olan Alan’ı şans eseri bulup kendi modern dünyalarının içine çekerler.

1995 yapımı ilk “Jumanji” filminin hikayesi buydu. Pek de yaratıcı değildi doğrusu ama Robin Williams vardı ve hepimiz onu çok severdik…

Nereden geldiği bilinmeyen kutu oyunu eski model bir video oyununa dönüştürülmüş bu yeni versiyonda. Orijinal olmasa da güzel bir çıkış noktası da var hikayenin. Birbiriyle pek geçinemeyen dört liseli çocuk okulda cezaya kalırlar. İçlerinde en itilip kakılanı ama bilgisayar oyunu manyağı olan Spencer oyunu bulur, çalıştırır ve diğerlerini de dahil eder. Şimdi bir ormanın içinde başka bedenlere sahip bir şekilde bazı görevleri yerine getirmek zorundadırlar. Yoksa oyunun içinde hapis kalacaklardır. Dört ana karakterin de üçer kere ölme hakkı var. Karakterlerimiz son canlarını vermeden ana görevlerini tamamlamak zorundalar. Bunu yaparken birbirlerine tahammül etmeyi öğrenecek, aslında birbirleriyle ne kadar iyi geçinebilecek karakterlerde olduklarını da keşfedeceklerdir

Grubu oluşturanların video oyununda gerçek fiziklerinin çok dışında avatarlarla varolmaları filmin en parlak fikri elbette. Okulun inek öğrencilerinden olan, dolayısıyla diğer öğrenciler tarafından pek de kale alınmayan Spencer, Jumanji oyununda kaslı bir kahramana yani Dwayne Johnson’a dönüşüyor. Spencer’ın eski arkadaşı olup da okulun futbol takımına girince onu bir kenara atan Fridge ezik bir yancı karaktere, asosyal bir genç kız olan Martha seksi bir aksiyon kızına, sürekli cep telefonuyla selfie çekme peşine düşmüş, flörtöz sosyetik kız Bethany de şişman ama zeki bir erkeğe dönüşüyor oyunda!

Önceki filmde çocuk ve gençler için pek de pozitif mesaj verme kaygısı yoktu, işi tamamen eğlenceye vuruyor gibiydi. Ama bu filmde genç kahramanların kendilerinden çok farklı yaradılıştaki başka insanlara empati duymalarını sağlayacak içsel değişimlerden geçmeleri, birbirlerini daha iyi anlamaları sağlanıyor. Video oyunları dünyasına çok aşina olan genç kitleyi içine alan, akıcı ve yer yer eğlenceli, komik bir hikayenin oluşturulduğunu da söyleyebiliriz. Mesela oyunlardaki yan karakterlerin otomatik hareketleri ve kendini tekrarlayan diyalogları bile es geçilmemiş. (7+)

 

OKUMAK İÇİN

BİR YAZAR NASIL OKUNUR? – JOHN FREEMAN

Hep Kitap yayınevinin yazmayı ve okumayı hayatının merkezine yerleştirenlere yol arkadaşlığı yapmayı hedefleyen “Atölye” serisinden; okuduğu kitabın her detayını özümsemek isteyenlere rehber niteliğinde bir kitap: “Bir Yazar Nasıl Okunur?: Çağdaş Dünya Edebiyatından Yazarlarla Söyleşiler!”

Ünlü edebiyat eleştirmeni John Freeman, dünyaca ünlü yazarlarla yaptığı en iyi elli beş söyleşisini bu kitabında güzel ve kolay okunan bir üslupla derlemiş.

Doris Lessing, Günter Grass, Mo Yan, Toni Morrison, Haruki Murakami, Kazuo Ishiguro, Elif Şafak, Ian McEwan, Margaret Atwood, Salman Rushdie, Paul Auster gibi sevilen yazarların dünyasında güzel bir gezintiye çıkarıyor okuyucularını.

Freeman klasik soru-cevap söyleşiler yapmak yerine hepsinden özel makaleler çıkartmış. Ama sık sık yazarların cümlelerinden alıntılar da yapmayı ihmal etmemiş.

Gözler elbette bu 55 yazarın arasında Orhan Pamuk’u da arıyor. Ama maalesef Elif Şafak’ın olmasına rağmen Orhan Pamuk’a rastlayamıyoruz.

Alıntımızı ünlü Japon yazar Haruki Murakami’nin Freeman’a ilk romanını yazma tecrübesiyle ilgili söylediği şu sözlerle yapalım:

“Nasıl bir his olduğunu hâlâ hatırlayabiliyorum. Bu çok özel bir duygu. Ama sanırım bir kez yaşamak yeterli. Herkesin hayatta bir kez bu aydınlanma anını yaşadığını düşünüyorum.Korkarım ki bir çok kişi bu anı fark etmiyor.”

(Hep Kitap, 373 sayfa)

BURAK GÖRAL/KİOSKLA.CO

Yorum Yap

Yazarın Diğer İçerikleri

Av İle Avcı Dost Olunca
Predator: AVCI GÜÇLENDİ
Çocuklarla Süper Kahramanlık
Büyüyünce kaybettiğimiz şeyler
Tom Cruise ile nefes nefese
Abba ilacımız geldi!
“Zor Ölüm” taklidi bir gişe eğlencesi: Gökdelen
En küçük süper kahraman: Ant-Man
Yeter ki oyunsuz olmasın hayat!
Gelinlerin savaşı
Deadpool’da biraz ehlileşme var!
Kadınlar ve Elmaslar
Dinazorlu felaket filmi
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
Bir çıkış yolu aramak…
Han Solo gençken daha mı ciddiymiş?
Makineleşen İnsan Mı; İnsanlaşan Makine Mi?
3 Film 3 Kitap
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU