3 Film 3 Kitap

  • 20 Jul 2016

3 Film STAR WARS: GÜÇ UYANIYOR / Star Wars: Force Awakens, DEADPOOL, SARMAŞIK, 3 KİTAP, MÜREBBİYE / Stefan Zweig, LUPİTA ÜTÜ YAPMAYI SEVİYOR / Laura Esquivel, WARCRAFT KİTAPLARI / Christie Gorden



3 FİLM

STAR WARS: GÜÇ UYANIYOR / Star Wars: Force Awakens

Her ne kadar “uzun zaman önce, çok çok uzak bir galakside” diye başlasa da “Star Wars” evreni o kadar da uzağımızda olmadı hiçbir zaman. Doğu dinlerinin bir karması gibi karşımıza çıkan ve jedi şövalyelerinin dillerinden düşürmedikleri “güç” (kudret) kavramı bizde tasavvufi okumalara son derece açıktır. Bütün canlıların evrene kattığı enerjinin toplamını “force” ile ifade eder. İnsan çevresindeki enerjiyi olumlu ya da olumsuz bir hale getirebilecek güçte bir varlıktır. Mesele insanın içindeki aydınlık-karanlık tarafların dengesini ne derece koruduğu ve içindeki aydınlığa ya da karanlığa kendisini bırakıp bırakmadığıdır. Bu yeni üçlemenin ilk filmi “Güç Uyanıyor”da, orijinal üçlemenin senaryolarında da adını gördüğümüz Lawrence Kasdan’ın senaryosundan da anladığımız gibi, yönetmen J.J. Abrams’ın tercihi eski üçlemeye daha yakın bir film yapmakmış. Filmin yeni ‘kötü adam’ Kylo Ren’in girişiyle başlaması, iyi kahramanların (Riley ve Finn) hikayeye bir droid tarafından dahil edilişleri, bilge bir kahramanın büyük mücadeleyi başlatıp hayatını kaybetmesi, trajik bir baba-oğul hesaplaşması, Yoda gibi iri gözleri olan ufak tefek bir karakter, paralel kurguyla hem havada hem de yerde süren bir düelloyla gelen final vs… Bütün bunlar orijinal üçlemeyi çok fazla hatırlatan dramatik numaralar. Abrams, bizi Han Solo, Leia, C-3PO, R2D2, Chewbacca ve Luke Skywalker’la ‘misafir oyuncu’ mantığından uzak bir şekilde buluşturarak da tam tatmini sağlıyor.

Filmi sevip sevmemenizin ilk “Star Wars” filmi ile kurduğunuz kişisel bağla çok ilgisi var. Şu bir gerçek ki; ne yapılırsa yapılsın 8-10 yaşlarında perdede izlediğimiz o ilk “Star Wars” deneyimini artık yakalamamız mümkün değil! Ama “Güç Uyanıyor”, yine de bizi Star Wars evrenine dahil etmeyi ve çocukluğumuzla bir parça da olsa buluşturmayı başarıyor…

DEADPOOL

Deadpool’u diğer Marvel kahramanlarından ya da aslında diğer bütün çizgi roman karakterlerinden ayıran özelliği ‘farkındalığı’. Çünkü Deadpool bir çizgi roman kahramanı olduğunun gayet bilincinde bir süper kahraman ve bunu seyirciyle sık sık paylaşıyor..

Eski bir ordu mensubu olan Wade Wilson, geçimini kiralık kabadayı olarak sağlamaktadır artık. Ancak bir gün yeni sevgilisiyle mutlu mesut yaşarken kanser olduğu haberini alır. Esrarengiz bir organizasyon, onu farklı bir yöntemle iyileştirebileceğini söyler. Wilson bu işkenceyle dolu ‘tedavi’yi kabul eder, iyileşir iyileşmesine ama karşılığında yanıklar içindeki vücudunu ve yüzünü bir maskenin ardına saklamak zorunda olan ölümsüz bir ölüm makinesine dönüşür. O artık intikamının peşine düşmüş, merhamet ve vicdan gibi duygulardan muaf ama çok utanmaz bir mizah anlayışına sahip Deadpool’dur. Ana hikayesinde çok büyük bir buluş olmasa da bundan sonrası birbirinden vahşi ve eğlenceli aksiyon sahneleriyle dolu.

“Deadpool”, gösteri sanatında seyirci önündeki bireyin seyirciyle iletişime geçmesine verilen ‘dördüncü duvarı kırmak’ deyimine şahane buluşlarla yeni anlamlar katıyor adeta. Deadpool, bütün olan bitenler sırasında seyirciyle şakalaşıp, bunun bir film olduğunu sık sık açık ediyor. Başka filmlerle, süper kahramanlarla alay ediyor. Gerçek dünyaya ait oyuncular, şarkıcılar ve daha bir sürü pop kültür malzemesi diyaloglarda ve sahnelerde kendisine yer buluyor. Filmin en güçlü yeri senaryosu ve film daha başlarken buna kendisi dikkat çekiyor. 15 yaşından büyük sinemaseverler için katıksız bir eğlence…

SARMAŞIK

“Sarmaşık” adlı bir ticaret gemisi yüküyle birlikte Angola limanına giderken geminin sahiplerinin iflas ettiği haberi gelir. Armatörün kayıp olması geminin de belirsiz bir bekleyişine neden olacaktır. Gemicilerin Beybaba diye hitap ettikleri kaptan gemiyi Mısır limanına yanaştırmak istese de gemi hacizli olduğu için açığa çekilir. Mürettebattan beş gemici ve acil durum için kaptan gemide bırakılır. Ne kadar süreceği belli olmayan bir bekleyiş başlamıştır artık. Kaptan Beybaba ile makine dairesinden Kürt, usta gemici İsmail, kamarot Nadir ve iki gemici daha en başta koca gemide özgürlüğün tadını çıkartırlar. Ancak zaman geçtikçe erzakları azalacak ve birbirlerinin arasındaki gerilim de artacaktır. Kaptan Beybaba’nın soğukkanlı liderliği zedelenecek ve gemide kalan gemicilerin arasındaki problemler artacaktır. Agresyon ve sağlıksız bir hiyerarşi mücadelesi dallı budaklı bir sarmaşık gibi saracaktır gemiyi…

Kısa süreceği tahmin edilse de yüz günden fazla bir zaman bir arada kalmak zorunda kalan bu adamların küçük bir Türkiye modeli oluşturduğunu söylemek mümkün elbet. Ama meseleye daha geniş açıdan bakarsak bu bir insanlık problemi aynı zamanda. Gemi ne kadar büyük olursa olsun bu bir ‘sıkışıklık’tır. İçeride kalan insanların birbirlerine karşı tahammülleri giderek azalacaktır ve kriz anları arttıkça lider olan kişinin de idareyi elden kaçırmasına neden olacaktır.

Kısık ateşte pişen lezzetli bir yemek gibi Karaçelik de hikayesini ve kahramanlarını yavaş yavaş yükselen bir gerilimin içinde hareket ettiriyor. Her bir karakteri kendi sosyal kimliklerinin etkisiyle (dindarlığıyla, tembelliğiyle ya da agresiflikleriyle) birbirleriyle çarpıştırıp etkili bir finale doğru sürüklemeyi başarıyor. Karaçelik birbirinden iyi performanslar gösteren oyuncularını iyi çalışılmış ve yaratılmış bir dünya içinde hapsediyor. Bütün oyuncular çok iyi, ama yine de Nadir Sarıbacak bir başka iyi…

3 KİTAP

MÜREBBİYE / Stefan Zweig

Stefan Zweig teknik anlamda çok iyi bir öykücü sayılmayabilir belki. Öykülerinin yapıları genelde birbirlerini andırır. Bu yüzden çok sevseniz de bir süre sonra kafanızda hepsi birbirine karışabilir. Çünkü Avrupa’nın bir yerindeki bir otelde bir adam orada kalan başka bir adama anlatır sürekli hikayeleri.. Bu yüzden geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Wes Anderson filmi “The Grand Budapest Otel”in müşterileri arasında geçer…

Zwieg’ın hikayeleri olağanüstü buluşlar içermez ama şahane yazılmış trajik karakterlerle doludur. Yazar onların iç dünyalarını bize öylesine güzel açar ki, onlarla yakınlaşmakta hiç bir zorluk yaşamayız. “Satranç”, “Amok Koşucusu”, “Bir Kadının Yaşamından 24 Saat” gibi klasik hikayelerinin yeri doldurulamaz açıkçası.

İş Bankası Yayınları’nın güzel kapaklar eşliğinde çıkardığı Zweig kitaplarına en son katılan “Mürebbiye”de de yazarın dört tane kısa öyküsü bulunmakta. Kitaba adını veren “Mürebbiye”, iki kız çocuğunun mürebbiyelerinin mutsuz halini kendi dünyalarına göre anlamaya çalışmalarını anlatırken, “Yaz Novellası” yukarıda da değindiğim gibi bir adamın başka bir adama anlattığı bir mektuplaşma hikayesi. Ama bu mektuplaşma genç bir kızın gururuyla oynayan bir adamın hikayesine dönüşüyor bir süre sonra. “Geç Ödenen Borç” ise acıklı bir hikaye. Genç bir kadının, ilk gençlik yıllarında aşık olduğu aşık olduğu oyuncuyu yıllar sonra düşkün bir sarhoş olarak gördüğünde ona yakınlaşma çabasını konu alıyor. Son hikaye “Kadın ve Yeryüzü” ise bir adamın aşık olma hissini anlatan son derece şiirsel bir hikaye.

Zweig’ın hikayeleri ‘empati’ duygusunun çok güçlü olduğu hikayelerdir. “Mürebbiye” bu hikayelerden dört tanesini bir araya getiren güzel bir Zweig derlemesi.
(Türkiye İş Bankası Yayınları, 83 sayfa)

LUPİTA ÜTÜ YAPMAYI SEVİYOR / Laura Esquivel

Edebiyat dünyasında “Acı Çikolata” (Like Water for Chocolate) adlı ilk romanıyla ilgi çeken Meksikalı kadın yazar Laura Esquivel’in yeni kitabı “Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu”nun arka kapağında yer alan şu cümle, romanı tam olarak tanımlıyor aslında: “sadece paranın, başarının ve güzelliğin geçerli olduğu yozlaşmış bir ülkeye sıra dışı bir kahramanla aşılıyor umudu”.

Kitabın ana kahramanı Lupita, Meksika’daki küçük bir kentin belediye başkanının koruma polislerinden biri ve bir etkinlik sırasında başkana yapılan suikastte onun en yakınında olmasına rağmen başkanı koruyamıyor. Koruyamadığı gibi, olay sırasında altına kaçırdığı için rezil de oluyor.

Lupita kahraman gibi bir kahraman değil bu hikayede. Kirli politikacılarla yozlaşmış bir ülkenin ‘tutunamayan’larından biri o. Daha 15 yaşında üvey babası tarafından tecavüze uğramış, hiçbir zaman refaha ve mutluluğa tam ulaşamamış, hatta tek çocuğunun ölümüne sebep olmuş yaralı bir kadın. Kendisini alkole, uyuşturucuya bırakmış, ruhen ve fiziken de deforme olmuş kadın üstelik. Suikast sırasında düştüğü durum bütün bunların üzerine tuz biber oluyor. Her şeye rağmen Lupita’nın iyi olduğu konular yok değil ama ve Esquivel, Lupita’nın bu özelliklerinden yola çıkarak kendisini ışığa çıkarma çabasını anlatıyor.

Zaman zaman heyecanlı bir dedektif hikayesine dönüşse de bu, yaralı ve umutsuz bir insanın iyileşme öyküsü aslında. Lupita’nın derdi suikastı gerçekleştirenleri bulmak değil, hayatına sahip olabilmek. Yazar özellikle kitabın üçte ikilik kısmında da bunu çok iyi başarıyor doğrusu. Lupita’yı size daha ilk sayfalarında sevdiriyor. Kahramanın dünyasını çok iyi oluşturup, karakterini sağlam inşa etse de olay örgüsünü başladığı kıvraklıkta sürdüremiyor. Yazar Meksika’nın bazı gerçeklerini ve efsanelerini olayları bölüp açıklıyor ve bilgilendiriyor ama sürekliliği de zedeliyor bunu yaparken. Bütün bu Meksika mitleri hikayeyi modern bir masala doğru sürüklüyor belki ama olay örgüsü özellikle finale doğru bir tırmanış ve katarsis (rahatlama) bekleyen okuyucuyu tam tatmin edemiyor. Yine de bir çırpıda okunan Esquivel’in sade ve akıcı diliyle özellikle belli bölümlerinde gülümseten ve keyif veren bir roman olduğu söylenebilir.
(Can Yayınları, 192 sayfa)

WARCRAFT KİTAPLARI / Christie Gorden

Başlıca ilham kaynağının Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” kitaplarının olduğu aşikar bir evrende geçen Warcraft oyunları, sanal orduları ve karakterleri idare eden oyuncuların yıllarca bıkmadığı maceralar sundular. Resmi olan/olmayan kitapları da vardı ve fanlar oynamakla yetinmeyip kitaplarını da takip etmekteydiler yıllardır.

Geçtiğimiz aylarda sinemalarımıza da gelen “Warcraft” filmi ise Hollywood’un yıllardan sonraki yeni bir “Yüzüklerin Efendisi” arayışına denk düşmüştü. Ancak film tüm dünyada beklendiği kadar ilgi göremedi. Bilgisayar oyunlarından yapılan sinema uyarlamalarının en büyük handikapı bilgisayar oyunlarında çok derinleştirilmesine gerek olmayan karakterlere filmde boyut kazandırabilmek, onları ete kemiğe büründürmek. “Warcraft” filminin en büyük sorunu da buydu. Ama Artemis Yayınları’ndan çıkan bu iki kitaplık set, filmin bu handikapını güzelce onarıyor doğrusu.

İlk kitap filmin hikayesini başından sonuna derli toplu bir kurguyla roman biçiminde aktarıyor. Orkların kendi dünyalarından çıkıp insanların dünyasını işgal etmesinin tüm hikayesini bu kitapta, daha detaylı ve betimleler eşliğinde okumanız mümkün. Ama ikinci kitap daha enteresan. Çünkü filmde izlediğimiz hikayenin öncesini yani Orkların ve ilk filmin kahramanı klan şefi Durotan’ın ve ailesinin hikayesini anlatıyor. Savaşçı orkların giderek nasıl yoldan çıktıklarını, kendi dünyalarının akıbetini tam olarak bu kitaptan öğreniyorsunuz…

En güzeli de kaynak olarak oyunu almaktan ziyade filmin evreninde geriye giderek yazılmış. Bu da filmi izleyenlerin daha keyifle okuyacakları bir romana dönüştürmüş kitabı..
(Artemis Yayınları, 264 sayfa)

Sinema ve kitap keyfini Kioskluyoruz :)

 

 

Yorum Yap

Yazarın Diğer İçerikleri

Av İle Avcı Dost Olunca
Predator: AVCI GÜÇLENDİ
Çocuklarla Süper Kahramanlık
Büyüyünce kaybettiğimiz şeyler
Tom Cruise ile nefes nefese
Abba ilacımız geldi!
“Zor Ölüm” taklidi bir gişe eğlencesi: Gökdelen
En küçük süper kahraman: Ant-Man
Yeter ki oyunsuz olmasın hayat!
Gelinlerin savaşı
Deadpool’da biraz ehlileşme var!
Kadınlar ve Elmaslar
Bu bir aşk hikayesi değil!
Dinazorlu felaket filmi
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
Bir çıkış yolu aramak…
Han Solo gençken daha mı ciddiymiş?
Makineleşen İnsan Mı; İnsanlaşan Makine Mi?
3 Film 3 Kitap
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU